Uzun yıllardır sinema ve tiyatro ile ilgilenmeye, hem Türkiye’de hem de yurt dışında takip etmeye çalışıyorum… Hayatımın büyük kısmı Türkiye dışında geçtiği için, ayağımı bastığım her toprak parçasında milyonlarca sorular sorup kafa patlatarak araştırmalar yapmama yardımcı olan kişilerle tanıştım. Ve bir ülkede yine ‘sansür’ olayı ile ilgili geniş çaplı araştırmalara girmiştim… Özellikle konumuz, Otosansür idi…
Otosansür terimini en güzel anlatan sanatçımız ise, hiç kuşkusuz, Haluk Bilginer idi… Öyle güzel de anlatılmazdı hani.
Sansür dediğimiz husus, birkaç şekilde oluşur… Birincisi, baskıcı kurallar ile olur. Zamanla alışırsın. Ancak yasaktır. Söyleyeceğiniz (yazacağınız ya da konuşacağınız) kelimeler de harfler de inceleme altındadır. Yönetmen de senarist de dikkat eder. Sahneden indiğin zaman polisler seni apar topar götürebilir. Dikkat etmelisiniz. Bu olay, konunun bir tarafı. Diğer tarafı, sanatçılığına da kültürüne de hayran olduğum pek kıymetli Haluk Bilginer’in de anlattığı gibi, daha tehlikeli de bir durum söz konusu. O da, Otosansür…
‘İnsan bir süre sonra baskıcı sansüre öyle alışırsın ki, sonrasında kendi kendine hiç farkında olmadan sansür uygulamaya başlarsın…’
Aynen öyle… Sinemada, tiyatroda ve hatta gazetelerde, dergilerde ya da herhangi bir medya organında, otosansür yavaş yavaş yerleşir ‘iş kültürümüze’… Bu ise, sansürün en tehlikelisidir…
Şunu dersem ne olur, bunu yaparsam nasıl olur, bu beyfendiyi eleştirmeyelim, şu işadamına dikkat edelim, sayın vekilim kızmasın, patronlar kovmasın, şirket zarar görmesin, bizim gazete başkasına çalışıyor dikkat edeyim, çoluk-çocuk var işsiz kalmayalım, hapis yapmak istemiyorum, nasıl yazsam, nasıl yorumlasam, nasıl başlayıp nasıl bitirsem, hangi şakayı yapsam ya da hangisini yapmasam… Ve daha niceleri…
Bu saydıklarımız belki de ‘devede kulak’… Ve yaşanıyor… Ne yazık ki…
Dediğimiz gibi, en zoru ve kötüsü de, ‘otosansüre’ geçmek.. Öyle ki, bir süre sonra farkında dahi olmuyorsunuz… İlk başta ‘söylesem mi, söylemesem mi’ diye düşünen kişi gidiyor, yerine, hiç düşünmeyen bir sistem gelmiş oluyor.. Evet, sistem…
Bu konuyu çözecek kişiler kimler peki? Meçhul.. Keza, sansüre hayır diye istediğiniz kadar yürüyüşler yapın, nafile. Hatta şöyle diyeyim, öyle güzel ‘otosansür’ yerleştirirler ki, anlayamazsınız, farkına varamazsınız… Sanat sanat diye aşk ile çalışmak lazım.. Bu konu bir gün çözülür, gider.. (diye umuyoruz…)
Sanatsız bir millet olmamak için, sanat yapanlara destek olmak gerekir… Yoksa, ne medyada ne de sanatta artık ‘çoklu düşünce’ bulamayacaksınız… Yapabileceğimiz yegane olay, tiyatrodur sinemadır, gidip gelmek, destek vermek…
Sanatla Kalınız…