BENİM DE SİYAHÎ ARKADAŞLARIM VAR!
28 Şubat’ta 88.si düzenlenecek Oscar Ödül Törenleri öncesi ayrımcılık ve ırkçılık tartışmaları neredeyse törenleri gölgede bırakacak. Bu yıl siyahî sinemacıların hiçbir adaylık alamaması ve erkek egemen organizasyon tartışmaları iyice açığa çıkmış durumda.
Oscar ödülleri 6bin akademi jüri üyesinin seçimleri sonucu veriliyor. Bu 6bin kişilik dev jürinin büyük çoğunluğunun beyaz ve erkek oluşu 21. yüzyılda hala çözülemeyen ayrımcılık ve ırkçılık konusunun hep sıcak tutulmasına neden oluyor.
Bu durumun bu sene sert şekilde eleştirilmesi ve birbiri ardına gelen töreni boykot haberleri sonrası Akademi bir dizi yeniliğe gitti. Kadınların ve farklı ırkların daha çok temsil edileceği bir yapı kurarak üzerindeki algıyı atma çabasında bir başarıya ulaşır mı bilemeyiz ama konuyu incelemek farz oldu!
Hollywood’da siyahîlere bakış açısı aslında birçok alt metin barındırıyor. Bunların en başında Amerika’nın geçmişine özür mahiyetinde çektiği filmler ve “köle zenci” hikâyelerini bir kenara bırakmamız gerekiyor. Zira bu tarz filmler çok iyi olmasa bile “beyaz adamın özrü” kategorisinde gereğinden fazla ödüllendirilebiliyor.
Hollywood’un siyahi oyunculara bakış açısındaki en büyük yanlış siyahi oyuncuların sinemadaki yerlerini belirlerken oluşuyor. Çok büyük bir ihtimalle siyahî oyuncular sadece siyahî bir adam veya kadını oynamaları gerektiğinde filmlerde boy gösteriyor (Samuel L. Jackson, Denzel Washington, Morgan Freeman gibi oyuncuları bir kenara bırakırsak). Ağırlıklı rol dağılımı beyaz adamın çevresinde gelişen aksiyon, aşk, dram üzerine kurgulanıyor. Siyahî oyuncular ise bu hikayelerde ya yoklar ya da yan rol olarak karşımıza çıkıyorlar.
Hollywood (Dolayısıyla ABD) siyahîleri hala sıradan hayat akışının bir parçası halinde görme konusunda sıkıntılar yaşıyor. Başkanına kadar siyah bir ABD bunu nasıl başarıyor derseniz, toplumsal kodlarında bu realiteyi hala tam olarak oturtamamış olmaları bu sıkıntıyı doğuruyor.
Bu seneki törenlerin özelinde değinirsek; adaylığı alması gereken siyahî bir oyuncu ya da yönetmen var mıydı sorusunun çok net bir cevabı yok. Açıkçası çok spekteküler bir oyunculuk ya da yönetmenlik performansı görebilmiş değiliz. Buna rağmen bu sene siyahîlere birkaç adaylık verilseydi yine aynı tartışmalar doğar mıydı ondan da pek emin değilim. Bu sene aslında siyahî isyanın bahanesi oldu da diyebiliriz. İyi de oldu. Eleştiri geliştirir.
HEYKELCİK BİLE ERKEKKEN KADINLAR…
Beyaz adamın topraklarında kadınlar için de aynı sıkıntı söz konusu. Ancak kadınların sıkıntısı adaylıklar konusunda değil, adaylıkları belirlemek konusunda…
Akademi jürisinin %87’sini erkekler oluşturuyor. Kalan %13’de kadınlara ayrılmış durumda. Bu orantıya bakarsak törenlerin gidişatında kadınların söz hakkı yok denecek kadar az. Belirleyici bir faktör olamayan kadınlar toplumsal dışlanmışlığı yıkma çabasındalar. Hem siyahî hem de kadın olanların dertlerini anlatmıyorum bile. Gerçi Oscar’lı siyahî kadın oyuncu Whoopi Goldberg’e göre herhangi bir sorun yok. O, “e ben ödül aldım işte sizde bi hırtlık var” kafasında yaşıyor.
Akademi jürisinde yapılacak değişiklikle kadınların daha fazla söz sahibi olması amaçlanıyor. Gerçi heykelcik bile erkek. Tasarlarken unisex bir şey yapalım diye düşünülmemiş bile. Ama değişiklik sözü var Akademi’nin.
Peki ya olmazsa? Unutmayın, kadının elinin değmediği her şey yıkılmaya mahkûmdur. (Beyaz adam kadınlara hak verdi!)
OOO EŞCİNSEL Mİ? ALIRIM BİR ADAYLIK!
Tabi ki tüm bu tartışmalar olup biterken en son yıkılması düşünülen tabu olan eşcinsellik ise çoktan iktidara gelmiş durumda. Hayır, burada kişilerin cinsel tercihlerinden bahsetmiyorum. Bu sinemanın tartışılacak bir konusu değildir. Anlatmaya çalıştığım perdedeki eşcinsel hâkimiyet.
Bu sene Oscar törenlerinde izleyeceğimiz iki film bu konuda dikkat çekiyor. 4 dalda aday olan Danish Girl ve 6 adaylığı bulunan Carol. Danish Girl gerçek bir hikâyeden esinlenerek Eddie Redmayne’ın oynadığı Einar Wegeren karakterinin cinsel kimliğini sorguladıktan sonra erkek bedeninden sıyrılarak Lili Elbe olmasının hikayesini anlatıyor. Lili’nin gözyaşları içindeki kişilik bunalımı ve karısı Gerda’nın iki arada bir derede yardım mı etsem tiksinsem mi ikilemleri ile gelişen bir film. Çok mu iyi bir film derseniz “eh işte” der sıyrılırım işin içinden. Filmi Oscar’da arz-ı endam ettiren şey ise eşcinsel bireyin hikâyesini acıyla harmanlayarak anlatması. Tabi bunda gerçek bir hikâye olmasının da payı var diyebiliriz. Bir diğer film Carol’da ise Cate Blanchett’in oynadığı Carol karakteri ile Rooney Mara’nın oynadığı Therese karakteri arasındaki aşk hikâyesini izliyoruz. İki kadın arasında gelişen imkansız aşk, toplumsal baskı ve tabi ki Cate Blanchett’in olması Oscar adaylığını rahatlıkla beraberinde getirdi. Ancak açık konuşmak gerekirse filmin iki kadın arasında geçen bir ilişki olamsı dışında pek bir farklı yanı yok. Daha da açık konuşmak gerekirse filmde Cate Blanchett ve Rooney Maara arasındaki uzun süren sevişme sahnesi abartı bir hale getirilerek adaylık peşinde koşulmuş. Son tahlilde başarıya da ulaşıldı ve iki isim de Oscar’a aday gösterildi.
Hollywood’da bir hayalet gibi dolaşan “Eşcinsel Lobisi”nin başarısı diyebiliriz aslında bu iki filme. Evet, kötü film asla diyemeyiz ancak bir torpil geçildiği de kesin gibi görünüyor. İmitation Game, Dallas Buyer Club gibi filmler de son yıllarda bu konuyu işleyen filmlerdi ancak senaryonun ve kurgunun mükemmelliği bu filmleri başlı başına bir “film” olarak görmemizi sağlamıştı.
İşte bu yüzden Akademi bu sene “Lobi”nin gönlünü hoş tutma eğiliminde. Kim bilir belki de bu tartışmalar sayesinde 89. Oscar törenlerinde daha çok siyahî göreceğiz.
Zafer direnenlerin, baskı kurmayı bilenlerin olacak…
“Filmi Oscar’da arz-ı endam ettiren şey ise eşcinsel bireyin hikâyesini acıyla harmanlayarak anlatması.” Bu ifade tamamen yanlış çünkü Einar eşcinsel değil, trans bir birey. Ayrıca cinsel tercih demişsiniz, cinsel yönelimdir doğrusu. Filmi aylardır bekleyip ilk izleyenlerden biri olarak söyleyebilirim ki beni çok etkiledi. Eşcinsellerin, biseksüellerin, trans bireylerin sinemada daha fazla görünür olmalarından yanayım. Umarım devamı gelir.
Selamlar,
Elestiri gelistirir, tesekkurler…
Kelimeler farklilik gosterebilir, “escinsel” tanimini yazinin genel kurgusunu belirlemek icin kullandim. Zira asil bahsetmek istedgim film elestirisi degil, Hollywood’daki Lobiyi betimlemek icin kullandim. Danish Girl ve Carol’u ayni kefeye koymam bundan kaynaklaniyor.
Sizin de dediginiz gibi, escinseller, trans bireyler sinemada ve hayatin kendisinde daha da farkedilir olmali. Ancak Hollywood’un bunu suistimal edip “aykiri sinema” kisvesi altinda kullanmasina izin vermeden…