“Kitle içindeki birey, rüzgârın istediği gibi kaldırdığı kum taneleri arasında, bir tek kum tanesi gibidir.”
Fransız sosyolog ve antropolog Le Bon’a göre, kitlede en tipik özellik şudur: Kitleyi yaratan bireyler, yaşayışları, işleri, karakterleri ya da zekâları birbirine ne denli benzerse benzesin, ya da birbirinden ne denli ayrılık gösterirse göstersin, kitlede geçirdikleri biçim değişikliğinden ötürü kolektif bir ruh kazanır; dolayısıyla her biri tek başınayken hissedeceği düşünceden ve duygudan başka türlüsünü hisseder. Bunlar öyle duygu ve düşüncelerdir ki ancak birbirleriyle kaynaşarak bir kitle yaratmış bireylerde rastlanır ve ancak bu bireylerde eyleme dönüşür.
Kitle içinde bulunan birey sadece çokluğun, sayı fazlalığının verdiği bir duygu ile tek başına olduğu zaman frenleyebileceği içgüdülerini terk ederek yenilmez bir güç kazanır.
Freud, kitlenin duygusal şiddetindeki artışın düşünsel başarıları önlediği gerçeğinin önemine vurgu yaparken kitle içerisindeki bireyin geçirdiği bu ruhsal değişikliğe yol açan psikolojik nedenleri açıklamaya çalışır. Burada dikkat çektiği kavram telkindir. Çünkü kaynağını kitleden alan telkinsel etki, tıpkı libido gibi bireyin içindeki heyecanı ateşlediği gibi öykünme eğilimine de uymaya zorlar. Libido, kitle içinde dönüşüme uğramak zorunda kalır. Sosyal alanda kullanılacağı bir alana yöneltilir.
Kitleyi oluşturan bireyler arasında her zaman libido bağlanımları gelişip ortaya çıkmakta ve bu bağlanımların üyeler arasındaki ilişkiyi çıkarlar ötesinde de sürdürüp pekiştirdiği görülmektedir. Kitleyi yaratan bireylerde saptanan karşılıklı bağlanımlar, bir duygu ortaklığıyla sağlanan özdeşlik niteliği taşır ve ortaklık da öndere bağlanım biçiminde saklı bir yatkınlık taşımaktadır.
Kitlenin bütün bireyleri, birbirine eşit olmayı, ama hepsi de bir önder tarafından yönetilmeyi ister. Bu durumda birbirleriyle özdeşleşebilen, birbirine eşit birçok birey ve bütün bu bireylerin üstünde bir kişi bulunmaktadır. Freud, Trotter’in insan bir sürü hayvanıdır sözlerini, insan daha çok insan sürüsünün hayvanıdır şeklinde değiştirilmesi gerektiğini savunur. Kitle uysal bir sürü gibidir, başında bir efendi olmadan yaşayamaz. İtaate karşı öylesine bir susamışlık içerisinde bulunur ki kendisini çıkıp efendi ilan edecek herkese içgüdüsel bir boyun eğişle cevap verir.
Onur Savaşı – Jagten
Dogma 95 akımının yönetmenlerinden biri olan Thomas Vinterberg, Onur Savaşı (Jagten) filmine bu akımın birçok özelliğini yansıtmıştır. Anti- hollywood akımı olarak da bilinen bu avangart akıma göre, yönetmenin amacı kişisel zevkler ve estetik pahasına da olsa karakterlerin ve mekanın içindeki gerçeği ortaya çıkarmaktır. Düşük bütçelerle çekilen filmlerde, izleyici üzerinde dominant bir gerçeklik duygusu yaratılmaya çalışılır. Jagten de bir Dogma 95 filmi olarak çarpıcı gerçekçi anlatımıyla izleyiciyi rahatsız edici psikolojik bir çerçeve sunmaktadır.
Jagten Filminin Öyküsü
Filmin öyküsünün merkezinde yer alan, Lucas; bir boşanma sürecinden sonra hayatında yaşadığı zorlukları atlatmaya çalışmaktadır. Yaşadığı kasabada bir kreşte çalışan Lucas, görünürde hem semt sakinleri hem de arkadaşları tarafından sevilen ve saygı duyulan biridir.
Lucas, çocukça söylenmiş bir yalan yüzünden tüm kasabanın iftirasına uğrar. Çocuk tacizcisi olarak yaftalanır. Bu konum, Lucas’ın hayatını cehenneme çevirir. Kasaba ahalisi, Klara’nın söylediklerinin gerçek olup olmamasını sorgulamaksızın hızla Lucas hakkında dedikodular yaymaya başlar. Üstelik yalnızca dedikodu yayılmakla kalınmaz, tacizler de başlar.
Onu bu yaftalamaya götüren süreçte yani bir kitle kurbanı olma yolunda “çocuk” etkin konumda bulunmaktadır. Klara, psikoseksüel gelişiminin fallik dönemindedir. Freud’un kuramsallaştırdığı fallik dönemde çocuklar cinsel organlarına, cinsel farklılıklara ve onların anlamlarına yönelir. Vicdan ve ahlak duygusu gelişmeye başlar. Bu evredeki saplanmanın belirtilerinden bazıları ise; aşırı çekingenlik ve girişim kısırlığıdır. Klara, çevresinden özellikle de ergenlik dönemindeki abisinin söylemlerinden etkilenir ve bilinçaltında yaşadığı çatışmaları hayal dünyasında kurgular. Lucas’a beslediği tüm duygular, onun bu çatışmalardaki dışavurumunu etkiler.
Klara’nın davranışlarını gözlemleyen kreşin müdiresi, O’nu değerlendirmesi için bir “bilirkişi” çağırır. Ancak bu kişinin Klara’ya yönelttiği sorular, kapalı uçlu sorular olup neredeyse küçük kızın hayal dünyasını kurgular niteliktedir. Bu kişi, henüz Klara bir şey söylememişken bile Lucas’ın bir tacizci olduğuna çoktan inanmıştır.
Değerlendirme sonrası, kasaba artık Lucas ve diğerleri olarak ayrılmıştır. Diğerleri, yukarıda bahsedilen kitlenin bütün özelliklerini taşımaktadır. Kitle önce Klara’nın hayali, sonrasında ise kreş müdiresinin söylemleri peşinden sürüklenmektedir. Freud’un belirttiği üzere; kitleyi etkileyen kişinin, elindeki kanıtları mantık açısından ölçüp tartması beklenmemiştir; işi olabildiğince güçlü imajlara dökmek, abartmaya kaçmak ve sürekli aynı şeyi tekrarlamak yetmiştir. Kitlenin sayısı sürekli artmakta ve arttıkça düşünsel yetiler yerini nefret etme, ötekileştirme gibi duygusal yetilere bırakmaktadır. Kitleyi oluşturan bireyler arasında libido bağlanımları gelişip ortaya çıkar ve bireyler kişisel çıkarlarının ötesinde davranır. Bu davranışlarını yaratan psikoloji, nicelikten ötürü mesuliyet almama rahatlığı ve çoğunluğun gösterdiği eğilimin doğru olduğu yanılgısına götüren bilinçsizlik halidir. Bireyler, insan sürüsünün birer hayvanı gibidir. Kolay kışkırtılmak, kızgınlık ve şiddet… Tüm bunlar, kitle psikolojisi içindeki bireylerin davranışlarını yansıtmaktadır. Kitle etkilenmelere olabildiğince açıktır; davranışlarında eleştirilere yer vermez ve akılsal hiçbir mekanizma tarafından gerçeğe uygunluğu ölçülmeyen imgelerle düşünür.
Lucas’ın karşısında hayallere kucak açan, gerçekdışına da gerçek kadar açık, hatta bunları birbirinden ayırma gereği duymayan bir çoğunluk vardır. Modern yaşantının nevrotik bireyleri, gerçeklik kontrolünü yitirmiş durumdadır. Öyle ki, Lucas’ın en yakın arkadaşları bile onun söylediklerinin doğru olduğuna ihtimal dahi vermez. Kreşteki velilerden biri, “inanmıyorum ki burada Lucas’ın yaptıklarından şüphe duyan biri olsun” diyerek kendisinin hapsolduğu gerçekdışılığa diğer bireyleri de iter.
Filmin ilk yarısındaki “Çocuklar yalan söylemez” söylemine karşılık ikinci yarısında “Çocuklar yalan söyler” söylemi duyulur. Bu noktada yönetmen izleyiciye “kitlede masumiyet”’sorunsalı yaşatır. Jagten filminin bütününden yansıyan düşünce ise kitleye olumsuz bakış açısından değerlendirildiğinde kitle içinde masumiyetin barınmadığı veya barınamayacağıdır. Çünkü kitle psikolojisi içindeki birey, yeni bir bireydir. Yeniden kurgulanan ve bulunduğu kitlenin telkini doğrultusunda eğilim gösteren bir bireydir. Kitlede masum görünen suçlu, suçlu görünen ise masum olabilir.
Jagten, av anlamına gelmektedir. Lucas’ın sık sık geyik avlaması filmde av konusunu da başat bir konuma getirir. Kitle tarafından yaftalanan Lucas, avcı iken av olmuştur. Av üzerinden gerçekleşen metaforda av olma hali ne hayvanda ne de insanda değişmese de avcılığın aracı farklıdır. Hayvanlar tüfekle avlanırken insanlar kitlelerin yarattığı toplumsal baskı ile avlanır.
Filmin sonuna yaklaşırken mahkeme tarafından suçsuzluğu kanıtlanan Lucas, sosyal ortama tekrar kabul edilip yine avcı olur. Ancak finalde ava çıktığı sırada duyulan tüfek sesi, bir kere av olanın bir daha av olmaktan kurtulamayacağını gösterir niteliktedir.