Dışarıdan yağlı ballı ekmek gibi gözüken her şey gibi mimarlık da insanlara dışarıdan okuması kolay, parası bol, ooooh muhteşem bir iş gibi geliyor. Ama gelgelim ki mesele böyle değil. Mimarlığı genetik olarak annemden babamdan kan yoluyla aldığıma inandığım süreç Mimar Sinan’ın kapısından girer girmez bitti. Mimarlık öyle okunması kolay bir bölüm değil. Bir kitabı yok açıp okuyasın, bir melodisi yok dinleyip ezberleyesin.
Mimarlık asla çözülemeyen denklemler bütünü bence. Ne kadar okursan oku, ne kadar gezersen gez ne yaparsan yap mimarlık uçsuz bucaksız bir alan bence.
İlk sınıfta tasarım becerilerini geliştiren, mimarlığa alıştıran dersler alıyorsun önce. Koltuk boyutu ne kadar? Tek bir kişi yemek yerken masada elleri arası uzaklık kaç cm olur? Gibi tonlarcasını yazabileceğim sorulara yanıt arıyorsun. Sonra ‘hah’ diyorsun ‘alıştım galiba ben bu mimarlık olayına!’ Yooook yooook sakin ol ve o özgüveni yavaşça yerine koy çünkü daha mimarlığın hiçbir şeyine alışmış değilsin. Proje dersi geliyor önüne tak diye. Arsa bul, fikir bul, çizim yap falan filan. Her şey zor yine.
Özel hayatında bir ölçüde törpüleniyor. Arkadaş buluşmalarına, sosyal hayata bir süre veda etmek zorunda kalıyorsun. Zaten belki de bir süre sonra seni çağırmıyorlar. Ama bu durum 3. ve 4. sınıfta biraz olsun değişiyor. Çünkü sen de duruma alışıyorsun ve geceleri uyumamaya çalışmaya gündüzleri de gelen teklifleri değerlendirmeye başlıyorsun.
Yani diyeceğim o ki mimarlık okuması zor ama muhteşem bir bölüm. Mezun olduğunda aşırı şanslı ve çalışkan değilsen bence öyle inanılmaz paralar da kazanamıyorsun. Ama ben umutluyum. Sevdiğim mesleği yapmak için çok heyecanlıyım ve bu heyecanımı kaybetmemeyi umuyorum. Mimarlık okumak istiyorsanız da bence okuyun. Zor da olsa günün sonunda yaptığınız şeye bakıp mutlu oluyorsunuz. (tabii severek yaptıysanız)