Dedemlere gittiğimizde dedem, hep eski anılarını anlatır. Eski zamanları dinlemeyi çok severim. Herkesten değil, dedemden dinlemeyi severim. Çok ilgi çekici hikayeleri vardır, çok imrenilesi aşkları olmuştur.. “Bir şeyi anlatmak istiyorsan, önce elin kalem tutacak, dirseklerin çürüyecek. Öyle haybeden ağzına ne geldiyse anlatırsan olmaz.” derdi Dedem. Köyünün tek eli kalem tutan, dirseklerini çürütmüş insanı da dedem imiş. Ormancıdır benim dedem, eski dönemlerin rütbeli ormancılarındanmış. Köy köy dolaşırmış gerektiğinde, insanlar sofralarına buyur ederlermiş. Bunu genelde yalakalık için yaparlarmış insanlar ama hiç taviz vermezmiş benim dedem eski dönemlerin onurlu, rütbeli ormancılarındanmış. Dirseklerini sıralarda değil de daha çok ormanlarda çürütmüş o. Her şeyin ham maddesine inmiş, çekirdekten yetişmişti. Köyünde tek daktilo kullanan eski topraktır benim dedem.
Dedemlerin evine gittiğimizde oturduğumuz yerler hep aynıdır. Biz hep annemle birlikte küçük ikili koltuğa sığışırız. Dedem her anılarını anlatmaya başladığında annem hemen benim sırtımı sıvazlamaya başlar. Sırtımı sıvazlamakla kalmaz, sessizce:
“Yaşlı o oğlum, dinlemek lazım.” Der. Bunu söylerken dedem duyacak diye çok korkarım. Ayıp olur sonuçta, onu dinlemeyi sevmediğimi falan düşünür. Anneme bunu söylerim ama:
“Merak etme Mete, dedenin kulakları ağır işitiyor.” der. Bu diyaloğu çok sık yaşarız gerçekten.
Yalnızdı benim dedem, çocukluğundan beri yalnız büyümüş, yalnız yaşamış… Uzunca bir dönem kendi köyündeki Nuriye kadınla evli kalmış fakat onun da göçüp gitmesiyle de yalnız öleceğini kesinleştirmiş insandır.. Farkında olmalı ki, sürekli anılarını anlatmak istemesi bundandır. Yalnızlığını benimle ve abimle paylaşır. Ama o da, biz de biliriz ki Nuriye kadının yerini kimse tutamaz. Yine de geçen seneden beri, Nuriye kadının ardından, bizde kalmaya başlamıştı. Daha fazla yalnız kalabileceğini düşünmüyorduk.
Geçen gün ilk başlarda alışamadığımdan sinir olmama rağmen, “iyi ki gelmişsin.” Dedim dedeme. “iyi ki gelmişsin.”
Bizim mahallede gelenek gibidir, yeni bir komşu edinirsek bir akşam oturmaya, çay içmeye gideriz.. Eh malum, üst katımıza Sevdeler taşınmıştı, gitmemek olmazdı. Yani gitmeseler olmazdı… Bir gün önceden haber verildi, üst kattan buram buram taze poğaça kokuları gelmeye başladı. Kokularla birlikte babam da bana giyinmem konusunda baskı yapmaya başladı. Giyinmek, Sevdelere gitmek istemiyordum. Henüz ailesiyle tanışmaya hazır hissetmiyordum. Kendimi gitmeyecek olmaya hazırlasam da çok gerilmiştim zaten. Patladım:
“Baba yaa! Gelmeyeceğim ben istemiyorum. Hem bugün Fener’in maçı var onu izlemeliyim.”
Koyu fenerliydim. Takımıma da asla laf ettirmezdim, ama bu sefer fener sadece bir bahaneydi tabi. Fark etmeden sanırım çok yüksek bağırmışım ki, sesimin Sevdelere kadar gitmemiş olmasıyla ilgili keşkeler dönüyordu içimde. Hatta o kadar yüksek bağırmışım ki, evin taa öbür ucundaki odada giyinen, kulakları az işiten dedem geldi:
“Babana bağırdığını sakin bir daha duymayayım Metehan. Sakın! Bak ben Laz Ali’nin oğluyum, o da torunu. Baban bana bağırınca Laz Ali, babanın kulağına bir asılırdı, kulağının kırmızılığından beş gün dışarı çıkamazdı baban top oynamaya. Aynı şeyi yaparım bak ha! Git çabuk giyin gidiyoruz!”
Laz Ali’yi çok duymuştum ama babamı dövdüğünü hiç bilmezdim. Korkmuştum. Dedem zaten sert bir adam, Allah gibi korkuyorum adamdan. Hemen odama gittim, giyinmeye başladım. Nasıl bir korkuysa artık, 5 dakika içinde hazırlanıp kapıya çıkmamı sağlayacak bir korku…
Merdivenlerden çıkarken kendimi, sırat köprüsünde gibi hissediyordum. Ha düştüm, ha düşeceğim… Başım dönüyor, karnımda garip bir şişlik, ayaklarım geri geri gidiyordu.
“Ya ailesi beni beğenmezse? Ya Sevdeye aşık olmuş olmamı anlayıp, tasvip etmezlerse…” Titriyordum.
“Hoşgeldiniiiiiz.”
Aslında hiç beklediğim gibi bir ilgi görmedim ailesi tarafından ama yine de temkinli oturuyordum. En ufak bir hareketim bile olmamalıydı hoşlarına gitmeyen. Çok terliyordum. Annem alnımın su gibi olduğunu görüp, camı açmayı rica etti. Gram rahatladıysam şerefsizim. Ne camdan giren serin havayı hissediyordum, ne de terlememi durdurabiliyordum. Fellik fellik terliyordum…
Kocaman bir şey, tavanda çok hızla dönmeye başladı. Nereden geldiğini veya ne olduğunu anlayamadan birden vızıldamaya başladı. Çay bardağını devirip, büyük bir şangırdamayla kalktım. Kalkışım büyük ses getirmişti. Hem yere düşen çay bardağının sesi, hem de karşımda oturan Sevde’nin alaycı bakışlarıyla süslenmiş kahkahası…
Hiç unutmuyorum… Sevde bana ilk kez o gün gülmüştü ve her şeyin başlangıcıydı o gün! Çay bardağı, ailesi, halıda kalan çay lekesi hiçbiri… Hiçbiri umurumda olmamıştı. Ve ben dedeme “iyi ki geldin“ demiştim.