Ben Metehan… Cumhuriyet mahallesindeki tek topa sahip ve aynı zamanda yaptığımız maçlarda hep kadro dışı kalan idealist topçu. Yaptığımız dediğime bakmayın haa.. Maça başlamadan mahallenin en iyi oynayanı Kazım topumu koltuğunun altına alır, başlar biriyle tip top yapmaya…
Tip… Top… Tip… Top… Ali… Osman… Rüstem…Recep… (…)
Ve artık duymaktan gına gelen o cümle: “Mete çok kalabalık olduk aga. Sen yedek ol, ben seni alıcam oyuna.” Her maç yaptığımızda oturup kaldırıma beklerdim. “Kazım yalan söylemez, eninde sonunda alır beni” derdim. Yaptığımız dediğime bakmayın da, ben de aslında maçın içinde olurdum be. Rüstem ceza sahasında topla her buluştuğunda, kendim topla buluşmuşum gibi hissederdim. Ve topu ağlarla buluştururdum. Kıvrak çocuktur Rüstem, ceza sahasında ayağına geleni atar.
Her neyse işte… Her kaldırıma oturduğumda maç yaparak akşam ederdim ben de, bekli girerim ümidiyle. Akşam ezanı duyulur, beş dakikaya kalmaz herkes dağılır. Top sahanın ortasında kalırdı. Ben de yerimden kalkar topumu alır eve doğru yol alırdım. Eve doğru giderken annem oynamadığımı anlamasın diye koşardım evin yolunda, sokak aralarında. Terler, kıpkırmızı olurdum.
Bir gün yine kıpkırmızı olmuş eve gittim. Annem, “Bugün kenarda oturuyordun. Niye terledin bu kadar?” dedi bana. Utandım. Utancımdan bir o kadar daha kızardım. Alnımdan süzülen terlerle karışan gözyaşlarımı saklamaya çalıştım. Anladı galiba, nasıl bilmiyorum ama bana, “Anneler her şeyi bilir.” derdi zaten. Bana “Seni oynatmıyorlar mı?” dedi. Daha fazla sustum. Mağrur bakışlarımdan olsa gerek, ekledi: “Seni oynatmıyorlarsa neden topunu onlarla paylaşıyorsun?” Yine sustum. Ben hiç anlatmak istemedim, o da anlamadı. Ama sanırım yine biliyordu. “Anneler her şeyi bilir.” Bazen şüpheleniyordum.
Ben 5/A sınıfında okuyorum. Beden derslerini çok severim. Belki de maçlara gerçekten katılabildiğimden, bilmiyorum. Bir gün beden dersinde güven testi yaptırdı öğretmenimiz Birbirimizle eş olduk, daha sonra arka arkaya durduk. Önde olanımız gözlerini kapatıp kendini arkadakinin kollarına bırakacaktı. Titanic gibi… Aklıma hemen o sahne geldi. Sevde’nin yanına gitmek, onunla eş olmak istedim. Hem bugün çok güzeldi. Saçlarını at kuyruğu yapmıştı. En son boşta kalan Mehmetle eş olduk. O gözlerini kapattı. Arkaya, bana doğru bıraktı kendini, tutamadım. Düştü. Hemen ayağa kalktı, sövmeye başladı. Sadece baktım. Öğretmenimiz gelip duruma el koydu ve ben yine kenarda oturmaya başladım.
Dersin sonuna kadar oturdum kenarda, bankta. Zil çaldı. Öğretmen gidince ben de birbirine güven testi yapmaya devam eden arkadaşlarımın yanına gidip öylece durdum. Nasıl olduğunu anlamadan ağzımdan “Sevde, biz de yapalım mı?” çıkıverdi. “Saçmalama, sen Mehmet’i düşürdün.” dedi bana. Üzülmüştüm tabii..
Ama olsun o bugün çok güzeldi. Saçlarını at kuyruğu yapmıştı. O dün de çok güzeldi, iki yandan örmüştü saçlarını. Aslında o her gün çok güzeldi. Saçlarını ne yaptığı önemli değildi. Sanırım gerçek aşk buydu…