O kadar aşık olunası bir hali var ki,
Yıllardır aradığım adamın ruhunu alıp bu Küçüğüm’ün gözlerine bırakmışlar ve ben böyle aptal aşık olunası zamanlarımı pek hatırlamıyorum. Gözlerimi gözlerine bıraksam boğulacak aklım çıkıyor. Öyle derin, öyle mesafeli…
Bunun yüzmeyi bilmemekle bir ilgisi olmamalı…
Hem kendime verdiğim sözler var benim; Ne kadar yüzme bilsen bile dibini görmediğin sulara girme!
Ve sen beni tahrik ediyorsun bütün tabularımı yıkmaya.
Sonra gece oluyor bazı geceleri seviyorum bayim, başımı yastığa koyuyorum ve hayal ediyorum güzel zamanlarımı… Sen de tam o sırada kalabalığın içindeki yalnız girerken ben alkışlıyorum tüm dünyayı. Dünyaya gözlerinden bakabildiğim tek adamsın sen.
Bir de çiçekler var bayım, mesela bazı çiçekler sonbaharı beklemezler, onlar her mevsim yaprak dökebilirler. Gözleri okyanus kadar derin, acıları bir köpekbalığına yem olmak kadar acınasıyken, intikamları o köpekbalığı olmak gibidir.
Ben bunları biliyorum, sen bana sevmelerini anlat. Ben senin seven yerlerini tanımıyorum.
Dökülen yaprakları bırak, kaç çiçek açtığından, nasıl güzel koktuğundan ve onlara kalemlerin nasıl eşlik ettiğinden… Şair değil de şiir olduğundan bahset.
Çünkü ben denedim. Ben sana şair değil de şiir olmak istedim.
Papatyaları hep çok sevdim. Ben papatya olmayı çok isterdim. Dışardan nasıl göründüğümü bilmeden hayal ettim papatya olmayı.
Belki de gül’düm hep dikenlerim vardı benim, çok acıttım çok kanattım bilmeden…
Sarılırken hep battı dikenlerim ve kanadı gidenler. Bu yüzden şair değil şiir olmayı istediler.
Sen isteme, kanayan yerlerin kaleme bulaşmadan yaz, yaz ki şiir olayım sana, çünkü şair olan her yerim kan içinde.