Mavi Rüya Öyküleri-8- Kırlangıç’ın Düşü

0
456
Mavi Rüya Öyküleri-8- Kırlangıç’ın Düşü

Güneşin yüzünü gösterdiği o ilkbahar günlerinde, Mart kapıdan baktırmadan daha, ahşap sundurmanın altında dış kapı pervazının hemen yanında, tıkırtıların gelirdi ilkin kulağıma. Gaganın çıkarttığı sesleri duyduğumda ürkütmemek için seni, mutfakta bulaşık yıkamayı bırakır, arka odalardaki acil olmayan günlük işlerle uğraşmaya başlardım. Bilirdim yuvanı tamire geldiğini, peşin sıra eşini de birlikte getirdiğini. Gaganızla topladığınız çamurlarla yapardınız evinizi. Yeni yavrularınızı beklerdim merakla. Kışın uzun, soğuk yalnızlığı biterdi benim için. Sessiz baharın sımsıcak neşesi gelip konardı avuçlarıma. Yorgun gözlerimin açık kalmış penceresine doğardı sevincim. Sonbahara kadar dinen yalnızlığıma umut olurdu bu kısacık yaşama ümidim…

Beş yıl önceydi ilk kez evime gelişin, yuvama kendi yuvam değişin. Hiç unutmadığım bir gündü. Mart’ın 11 idi. Sevdiceğim, evimin direği, gönlümün sultanı o gün bırakıp gitmişti beni. Çeyrek asırlık eşini, kendi elleriyle kurduğu evini, köyünü bırakıp, tek bir kelime dahi etmeden sır olup sırra bürümüştü kendini. Alıp başını, birkaç parça eşyasını, bir de yıllarca biriktirdiği parasını, kimselere görünmeden yolunu ummana vurmuştu. O günden sonra kimse ağzını açmaz olmuştu. Ne bir haber gelmişti, ne gören vardı ne de yerini bilen. Konu komşu çırpınmalarıma aldırış etmeden, derin bir yalnızlığa terk etmişlerdi beni. Sanki bir şeyler biliyorlardı da benden gizliyorlardı. Herkesin bildiği sır olur muydu hiç. Doğup büyüdüğüm bu köyde kimsesiz kalakalmıştım öylece. Bana acıyanlar vardı içlerinde, yüzüme bakamayanlar, selamıma bile selam ile karşılık vermeyenler. Yüzlerini bir dönseler, bakışlarından anlayacağımı, ne olup bittiğini okuyacağımı bilenler sırt çevirmişlerdi bana. Yapayalnızdım, sen çıkıp gelene, yuvanı benim yuvamda kurana kadar güzel kırlangıçım…

Bir kırlangıçtım ben de, bir yuva istemiştim bu hayattan sadece. Beni seven eşim olsun, evimde çocuklarımın cıvıltısı duyulsun istemiştim. Gözümün içine bakan, beni sevip kollayan eşimi çok seveceğimi biliyordum ta en baştan… Çok sevmiştim biricik eşimi, tıpkı evimdeki misafir kırlangıçlarım gibi…

Ne olmuştu da bir gece böylece koyup beni bırakıp gitmişti, bir elvedayı çok görüp izini kayıp ettirmişti.

Bir başkasını sevdiğini düşündüm yıllarca, onun ilk aşkı geldi aklıma… Adını duyunca hala içinin sızladığını bildiğim bir yavuklusu vardı. Ona koştuğunu düşündüm, nereye gidecekti başka? Oysa ihanet etmişti ona, yıllar önce nişanı atıp başkasına gitmişti. Ama aşktı bu, söz geçer miydi akla? Önünde durulur muydu aşkın yeli kasıp kavurduğunda? Pekâlâ affetmiş olamaz mıydı onu? Senaryo yazdım kafamda, kaçıp gittiği kocası ölmüştü belki de kadının, arayıp bulmuştu benim kocamı. Benden kopartmıştı. Yuvamı dağıtıp beni elemlerde bırakmıştı. Ne de olsa bir çocuk verememiştim kocama. Ne çok istediğim halde olmamıştı işte. Kısır oluşumu bir kere olsun vurmamıştı yüzüme. Sessizce kabullenmişti öylece. Kaderine razı olmuştu, sevmişti beni biliyordum. Yüreği el vermezdi üzülmeme, el üstünde tutardı beni…  Peki  öyle ise neydi kopartan ondan beni?

Bir kere bile kavga etmemiştik, hiç sinirlenmezdi. Sesimizi birbirimize hiç yükseltmemiştik bile.. Yavrusuz kırlangıçlar gibiydik. Ellerimizle yapmıştık evimizi. Her bir eşyada alnımızın teri vardı. Gözümüzün nuru saklıydı perdelerimizde. Hayallerimiz, umutlarımız gizlenmişti her birinin gizli yerlerine. Çocuğumuzun olmasını ne çok istemiştik ama vermemişti işte tanrı. Sessizce kabullenmiştik olanı. Sormamıştık bir günden bir güne kusur kimde diye? Ne önemi vardı ki, olmayınca olmuyordu insanın istediği. Ne çok canı besledik bu evde birlikte. Kedilerimiz, köpeğimiz bir tane ineğimiz ve sayısız kuşlarımız olmuştu. Bahçemizdeki meyve ağaçlarına dadanan haşaratı hiç saymıyorum bile. Onları öldürmezdi kocam. Ağaçlara zarar vermelerini engeller ‘bizim rızkımıza bırak ortak olsunlar’ derdi.  Ah ne çok özledim seni. Nasıl yandı ciğerim, nasıl kala kaldım bu dünyanın ortasında sensiz bir başıma, Ah benim gözleri deniz bakan biricik sevdiceğim…

Aklım almıyor bir türlü, bunca sene geçti bir yastıkta kocadığım kocamın anlayamadım gidişini… Bilmez mi onu nasıl merak ederim, nasıl özlerim, nasıl severim canımla bir… Gelse şimdi çıkıp sormam bir tek soru bile, bakarım o derin mavi gözlerine, sarılırım sıkıca bırakmam bir daha gitmesin diye…

Kapı çalıyor! Geldi! Yıllardır çalmayan kapım çalıyor duyuyorum, geldi sevdiceğim en sonunda duydu hıçkıran sesimi…

  • İyi günler size iadeli taahhütlü bir mektup var.
  • Mektup mu?
  • Evet, şuraya bir imza alayım.
  • Nerden, kimden geliyor?
  • Onu ben bilmem hanım, açınca öğrenirsiniz nasılsa? Hadi iyi günler…

Kaldım kapıda postacının ardında, elimde mektup. Uzak bir ilden gönderilmiş. Bilmediğim bir isim var zarfın gönderen kısmında. Oturdum verandaya, açtım zarfı korkuyla… İçime bir sıkıntı girdi, kısa bir mektup ile başka bir zarftı içindeki…

Kısa mektubu yazan bir doktordu ve şöyle diyordu. “Eşinizin beş yıldır doktoruyum, size bu mektubu postalamamı rica etti, onun ricası üzerine ben de size gönderiyorum. “

Zarf elimden düştü, başım döndü, karardı yüreğimin aynası… Döküldü gözlerimden kanlı gözyaşları…

Ah sevdiğim yapmıştı bana yapacağını…

Açtım ikinci zarfı;

Sevdiğime, Gözümün Nur’una yazıyordu zarfın üstünde…

İnci gibiydi el yazısı, öptüm kokladım zarfı sinmiştir belki kokusu diye.

Sevdiğim biricik aşkıma,

Kırgınsın, kızgınsın bana biliyorum. Ne desen haklısın. Ama beni hala sevdiğini, beklediğini, bir an olsun benden ümit kesmediğini,  yapayalnız kaldığın için duyduğun öfkeni , okuyorum kilometrelerin ötelerinde bile olsam bir tanem, her şeyini, her duygunu biliyorum.

Benim yaptığım affedilmez, sen yapsan affeder miydim inan bilmiyorum. Kalan ömrümü senin yanında geçirmekten başkaca bir isteğim yoktu. Böyle bitsin istememiştim aşkımız. Ama kader beni çok zamansız ve dahi amansız bir hastalıkla yakaladı. Her gün gözünün önünde çürümektense, bir kere kaybolmayı tercih ettim. Seni her gün öldürmeğe gönlüm razı olmadı. Söylesem sana izin vermezdin biliyorum. Benimle gelmeye kalkardın Ankara’ya…

Tedavi olursam, geçerse belki dönerdim tekrar sana geriye. Ama olmadı işte. Artık tükendi takatim son günlerimde hep senin iyiliğin için dua ettim, buna inanmanı istiyorum.

Bağışla beni, affet bir tanem. Ömrümce yalnız seni sevdim. Aklının bir köşesinden neler geçtiğini tahmin etmem hiç güç değil. Günahımı alsan da inan bana hiç mühim değil. Seni severek göçeceğim öbür tarafa, seni yalnızca ben seveceğim…

Elveda gül kokulu sonsuz aşkıma

Senin olan talihsiz sevdiceğin

Birden bir şey düştü sundurmaya…  Tahta pervazın hemen altında, mavi bir kırlangıç yatıyordu taşın üstünde boylu boyunca…

 

PAYLAŞ
Önceki İçerikKöy Enstitüleri Ve Sanat
Sonraki İçerikDöngü