Elinde içeceği biraları ile bakkaldan hızlı adımlarla ayrıldı. Hızlıydı çünkü her zaman gidip kendi kendine vakit geçirdiği yerin kapılmış olmasını istemiyordu. Bu manzara hepte bu manzara olmalıydı ancak o zaman dalabiliyordu kendini bu dünyadan uzaklaştıran hayallere. …
Tam herkesin köpeklerini gezdirdiği, öğrencilerin okulu kırıp geldikleri saatte o da sahilin üst tarafında gezi yolunun yanında zakkumların ve erik ağaçlarının arasında yerini aldı. Evden çıkarken yine tedbirisiz ince bir hırka ile çıkmıştı. Biraz üşüdü ancak bulutların arasından kurtulduğu anda bahar güneşi olağanca sıcaklığıyla iliklerine kadar ısıtıyordu. Dua ediyordu umarım yağmur yağmaz diye..Eğer yağmura yakalanırsa yine hasta olabilirdi. İşin tuhafı aslında ıslanmayıda seviyordu. Ama bu sefer hasta olmayı göze alamazdı. Kimsesi de yoktu ki ona baksın…Yanlız başına olmayı o seçmişti. Hemde öyle başına birşey geldiği için değil sevdiği kimse olmasın ve onu da kimse sevmesin diye belkide….Kendiyle bile güçlü bağ kuramayan bir insanın nasıl ailesi olabilirdi ki ? Dostlarına ne anlatacak ki? Hesaplaşması bitmeyen, barışamayan bir insan etrafa ne verebilir ki? Böylesinin herkes için iyisi olduğunu düşüneli 10 sene geçmişti. Eveet onun için kendiyle kurduğu duygusal olmasa da tek bağ biraydı. Bira içtiğinde mutlu oluyordu. Kurduğu tek bağın hayallerine yolculuğa katkısı büyüktü. Bu katkı onu para kazanma yönünde motive ediyor ama gün geçtikçe artan dozu kendi bile farketmiyordu. Sadece para kazanmak için kurduğu kısa ilişkiler bile onu yoruyordu. Mümkün olsa hiç diyoloğa girmezdi ama mecburdu para kazanmaya mecbur…….
Çizdiği resimleri sattığı galeri, para ödemeyi geçiktirğinde zor zamanlar geçiriyor ama ödemeyi en fazla bir hafta geç yaptıkları için kendini bu gecikmeye alıştırmaya çalışıyordu. Galeri
ödeme yaptığında ilk aldığı şey uzun süredir beraber yaşadığı kedisi Goya’ nın maması oluyordu…Tüm bağlardan ve bağlılıklardan kaçıp saklandığında bu şapşal kedi karşısına çıkmış, bir türlü yakasını bırakmamıştı. Aslında bir sokak kedisi olan Goya zamanla eve girmenin türlü yollarını deneyerek kapağı bu kendisini dış dünyaya nerdeyse kapamış olan adamın evine atmayı başarmış. Ve yolculukları da başlamış..
Günleri neredeyse hep birbirinin aynısı geçsede yaptığı resimlere ilham kaynağı olan manzarası onun hayallerini zenginleştirmeye dewam ediyordu. Sadece hayallerini çiziyor ve galeriler de şuursuzca onun hayallerini üç kuruşa satın alıyordu. Hatta daha önce çalıştığı bir iki galeri daha fazla para karşılığında siparişle manzara resmi çizmesini istemişlerdi de sonra cevaplarını alınca ( onlara bol miktarda erkek ve kadın cinsel organ resimleri göndermişti) bir daha onunla çalışmak istememişlerdi. O da derin bir ohh çekip hayatta belkide kendini ifade ettiği tek yolda özgürce yürümeye dewam etmişti.
Öğle saatiydi.. Dün yine öyle içmişti ki yataktan kendini zor attı ve kolidora tutuna tutuna tuvalete girdi.. Elini yüzünü yıkadı ve tam havluyla yüzünü kurularken havlunun yarısını kapatmış yüzünü aynada farketti. Yüzü gözü şişmiydi sanki … bazen aynaya baktığında kendinden korkuyordu. Ama bugün öyle olmadı. Yüz hatlarını dikkatlice süzdü ,ağzına, burnuna, gözlerine dokundu..elleriyle yanağına dokunup sevdi yüzünü öylece.. Ne kadar kaldı orada bilmiyordu ama gözünü açınca irkildi. Hala eli yüzündeydi. Goya etrafında dönmeye başlamış kabına mama koyması için bacaklarına dolanıyor kuyruğunu sallıyordu. Hemen onun mama kabını doldurmak için salondaki boş kabı alıp doldurdu. Ve hiç unutmaması gereken tek görevini de gerçekleştirdi. Çünkü onun için hiç bir şey bu kadar hayati ve önemli değildi.
Bira içmek artık su içmek kadar refleks haline dönüşmüştü onun için. Evden çıktığında saat ikiyi çoktan geçmiş yürüyerek sahilin yolunu tutmuştu. Yolda bakkala uğrayıp nevaleyi aldı. Bira ve sigara dışında hiç konuşmadığı bakkala tebessüm ederek ayrıldı. Bu diyaloglar ona göre çok ciddi ve samimiydi. Herkes isteğini alıp mutlu oluyordu. Bira kutularını koyduğu siyah poşetle sahile yürümeye başladı. Yaklaştıkca tek endişesi yine başlıyordu. O ağacın altı ve o taşın üstünde kimse olmasın diye içinden geçiriyordu ki uzaktan tam orada ve taşın üstünde birinin oturduğunu fark etti. Elinden oyuncağı alınmış bir çocuk gibi oldu bir anda . Ne yapacağını bilemeden kaldı karşı kaldırımda beklemeye başladı. 35 yaşlarında esmer bir adam elinde bira şişesi sadece ona ait olan manzaraya acımasızca bakıyordu. Yaklaşık kırkbeş dakika karşı kaldırımın yanındaki bankta adamın gitmesini bekledi. Adam sessiz sedasız birasını yudumlayıp derin iç geçirip uzaklara bakıyordu. İçi çok rahatladı bir anda ” o benim manzarama bakmıyor , hatta hiçbir şey görmüyor” diye deçirdi. Beklemeye dewam etti.. Baktı ki iki saat geçmiş ve adamın kalkmaya niyeti yok eve dönmeye karar verdi. Tam nevaleyi toplayıp banktan kalkmıştım ki adam ayağa kalktı. Ohh dedi içinden hadi kardeşim orası benim hadi yürü bakalım.. Arkası dönük esmer adam kalkıp bana yüzünü dönünce öyle bir yüzle karşılaştı ki derin çizgilerin izini sürebileceği yaşanmışlık ve acıların doldurduğu göz çukurları ve o derin kahve gözler. Bu gözlerin ona çok yabancı olmadığı belliydi.. O gün ve diğer günler hiç görmedi o adamı bir daha. Ama aynaya baktığında ara sıra görür gibi oluyor irkiliyordu…