Her günün ardından eve dönüş, ciddi anlamda huzur bulduğum tek hadise. Yorgun ve uykusuz iş dönüşü, çocuk gürültüsü yok. Huzurla ortanca anahtarı çevirip açtığım evimin kapısını bile seviyorum. Kapıyı açıp iki dakika aralık tutuyorum çünkü sitede beslediğim kediler geliyor kapıya, kendini sevdirmeye. “Bütün gün kapıdalar. Sen gelince canhıraş sevinç çığlıkları yükseliyor küçücük bedenlerinden. Düpedüz heyecanlanıyorlar, seni çok özlüyorlar. Aşık bunlar sana bak, bak demedi deme. Kedi ile insanın aşık olduğu görülmüş mü ayol, ilahi neler geveliyorum ben de” diyor annem.

Eve girer girmez bir kahve yapıyorum kendime, yeni aldım daha, ucuz bir şey. Kapsüllü. Kredi kartıma hediye gelen puanlardan. Aldığım yerde çok ilgileniyor bir adam benimle. Küçük boylu, yüzü yorgun ama gözleri gülüyor. Usanmadan yarım saat bana kahve makinesini anlatıyor, sonra da üç çeşit kahve yapıyor. Üç çeşit, üç özellik, üç duygu, üç adımda kasaya varıyorum. Önlüğünün altından uzattığı karttan ismini gösteriyor. Hani abi diyor, gidince eve yeni makinende kahveni içerken mis gibi, bizim firmanın sitesine girip benim hakkımda güzel şeyler yazar mısın? Karşımızdaki insandan bir şeyler isterken utanıp sıkılırız ya, hemen yüzü değişiyor, mahcup. Elbette diyorum, eve gelince kahve makinesini açmadan önce birkaç bir şey yazıyorum adam hakkında. Çalıştığı dükkanda daha iyi yerlere geldiğini düşünüp seviniyorum.

Gün içinde tanımadığım insanlarla kurduğum diyaloglar beni çok etkiliyor. Oturup, onların hayatları hakkında düşünüyorum. Market insanları mesela… Bazen hiç umursamıyorum onları, tek amacım kasadan geçirdiğim ürünleri alıp eve gitmek. Her seferinde ihtiyacından daha fazla alan insanlar, her seferinde gerekenden daha fazla zaman harcayan insanlar. Bazen de yüzlerine uzun uzun bakıyorum. Kasa insanları mesela… Nasıl bir his acaba? Saatlerce kasa başında durup bir sürü yüze, mimiğe, saça, tene, tırnağa, kıla, tüye bakmak. Acaba onlar ne düşünüyor bizim hakkımızda? Mesela bizim evin üstündeki market, marketteki kasiyer kız. Her gün eşarbını değiştiriyor. Her seferinde bana abi diye hitap ediyor. Oysa aynı yaştayız.

“Abi 20 lira tuttu bunlar.”

“Abi iki lira on beş kuruşun var mı?”

“Bizde o dediğinden yok abi ama patrona sorarız yine de.”

Neden karşısında gördüğü ve hiç tanımadığı gençten bir erkeğe abi diyor? Toplum bunu mu istiyor? Bana ismimi sorsa, bana ismimle hitap etse ya da sadece beyefendi dese daha eşit konumda olmuyor muyuz o zaman? Abi demek onu geri plana itmiyor mu? Toplumdaki kadın erkek eşitsizliğinin altında aslında bu nüans yatmıyor mu? Ne çok abimiz var öyle değil mi?

O gün market çıkışında mandalina renginde, kabarmış diş etli, yaşlıca, tombul bir kedi görüyorum. Hemen markete dönüp bir paket balıklı kedi maması alıyorum. Ayaklarıma sırnaşıyor. Oturup onun mamayı bitirmesini izliyorum. Bu bana zevk veriyor. Neden başkaları yemek yerken izleme ihtiyacı duyarız? Bu bize ismini koyamadığımız bir çeşit tatmin mi sağlar? Anneler de çocukları yemek yerken bundan zevk alırlar ya, içimizde bir tutam anne kırıntısı mı var acaba? Keşke öyle olsa.

İnsanlar akın akın markete geliyor, bense çıkıyorum dışarı. Elimdeki kedi mamasını gelişigüzel serpiştirerek. Hansel ve Gratel gibi. Yorgun ve argın ilerliyorum sokakta. Mandalina rengi bir kedi için… Yaşama sevincim birden mandalina rengi kedi oluveriyor.

PAYLAŞ
Önceki İçerikÇığlık Tablosu; Günümüz Yorumu
Sonraki İçerikKaan Tangöze Konseri
Can Yasa
1991 İstanbul doğumlu. Lisans eğitimini Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliğinde tamamladı. Şu an Marmara Üniversitesinde Tarih Öğretmenliği bölümünde yüksek lisans yapıyor, tez yazıyor. Öğretmenlikte dördüncü yılı, özel bir okulda çalışıyor. Çocukları ve sanatın her türlüsünü çok seviyor.

4 YORUMLAR