Oturduğumuz ev, şehrin merkezine 5 ya da 6 kilometre kadar uzaktaydı. Şehrin dış tarafında kalıyordu desem, daha doğru olur aslında. Evimizin bulunduğu mahallede genellikle orta gelir sınıfının altında ki kişiler otururdu. Sonrasında beyaz yakalı müteahhitler geldi ve güzel mahallemizi talan ettiler… Yazık oldu mahallemize, evimize ve en önemlisi anılarımıza… Zaten yıkılmadan iki üç sene öncesine kadar komşularımızın büyük bir kısmı başka yerlere taşındı. Kimisi dişinden tırnağından arta kalan parayla yeni ev aldı. Kimisi, farklı şehirlere göç etti. Kimisi, köylerine geri döndü… Çocukluk arkadaşlarımı da yıktılar. Acep ne yapıyorlar şimdi? Aileleri mahalleden taşınınca, onlarda gitti. Arkadaşlarımın hepsi teker teker gidince, çocukluğumu geçirdiğim sokakta onlarla beraber gitti…
Şimdi yeni yapılan evleri, mahalleleri geziyorum. Tek üzüldüğüm şey Arnavut kaldırımlarının üstünde bazen altılı bazen sekizli olan, çocukların seksek oynamak için çizdikleri, karelerin görememek. Çocukların futbol oynamak için kaleyi belirlemek amacıyla koydukları yol üstündeki, biri sağda biri solda olmak üzere koydukları, çoğu kez de bu kalenin, meçhul , direği yüzünden çocuklarının kavga ettiği, kaldırım taşlarını görememek… En önemlisi ise sokakta çocukları görememek. En fazlada bu canımı acıtıyor… Şahsen bizim mahalle çok farklıydı…
***
Bu sabah annemin sesiyle uyandım.
- Hadi ama geç kaldın Mehmet, her sabah aynısını yapıyorsun! Okula geç kalacaksın Mehmet hadi evladım bak kahvaltını hazırladım. Hadi ama!
- Ya! Tamam anne beş dakika daha uyuyayım.
- Oldu efendim senin yerine ben hatta okula gideyim. Hadi! Sen yatmaya devam et bakalım .Bak simdi ne yapacağım.
- Tamam anne, tamam kalktım. Sakın dökme.
Annemle her sabah bu diyaloğumuz tekrarlanırdı. Ben her sabah kalkmamakta o da beni her sabah kaldırmak için uğraşırdı. Bazen uyku öyle bir tatlı gelirdi ki, annemin sesini duymazdım. Sağ olsun, annemde beni kaldırmak için yüzüme su dökerdi…
Yün yorganımı üzerimden attım. Bu yün yorganda ne ağırdı be arkadaş. Yün yorgan en az yirmi-otuz kiloydu. Yaşım ilerledikçe yorganın da ağırlığı düştü…
”Zaten annem katlar” diyerek yorganımı dağınık bir şekilde yatağın üstünde bırakıyordum. Uykumun açılması için lavaboya gittim. Soğuk suyu yüzüme çaldım. Bu arada lafı gelmişken söyleyeyim soğuk sudan hayatım boyunca hiç haz almadım. Hele de evinizde sıcak suyla buluşmanız ancak banyoya girmeden kırk ya da kırk beş dakika önce suyu ısıtsın diye açtığınız, şofbenin yüzü suyu hürmetine ise ne mutlu size… Ne kadar da huzurlu bir eviniz varmış… Açıkçası bizim evde böyleydi.
***
- Mehmet! Hadi ama aynanın karşısında ne yapıyorsun? Okula geç kaldın, daha kahvaltını yapacak-sın!!!
- Anne saçlarımı yapıyorum zaten hazırım.
- Çantanı hazırladın mı?
- …akşamdan hazırladım anne.
İtiraf etmeliyim ki hiçbir zaman çantamı akşamdan hazırlamamıştım. Hep okula gideceğim günün sabahında hazırlıyordum. Tabi hazırladığım çantada ya kalem eksik oluyordu ya kitap bazen de yanlış ders programına bakıp…of of of!!! O günüm berbat geçiyordu… Hatırlamak ve kimseye de hatırlatmak istemem şahsen.
***
- Anneciğim ellerine sağlık, ben çıkıyorum. Hadi görüşürüz.
- Tamam evladı… Aaaa! Hiçbir şey yememişsin. Bari şu yumurtayı bitirseydin!!! Kime diyorum ben. Mehmet!!!
Çat…
- Ah Mehmet ah!!!
Annem okula gideceğim günlerde zihnim açılsın diye dünyanın en güzel kahvaltısını hazırlardı. Kahvaltıda neler yoktu neler. Babannemgilin köyden getirdiği yağ ve bal, babamın arkadaşından tanesini, yanlış hatırlamıyorsam, 10 ya da 5 kuruşa aldığı taze yumurta, annemin kendi elleriyle evde yaptığı yoğurt…
Benimse sabah hiç iştahım olmazdı. Fazla bir şey yiyemezdim. Yumurtanın en fazla yarısını yer bırakırdım. Kahvaltıda tek bitirdiğim şey ise çaydı. Halen de öyledir…