Bir tel saçını çekti kopardı. Sonra bir tel daha. Beyaz tellere ölüm diye giriştiği ayıklama siyah tellere sıçradı. Topyekun saldırıya geçmiş, hıncını alamıyordu. Yatakta oturmuş, dibindeki komidinin üstünü saç telleriyle doldurmuştu son yarım saattir. Eve gelene kadar sakin kalmış hatta yol boyu hiç bir şey hissetmemişti. Ne olduysa ceketini vestiyere bırakırken aynadaki yansımasına göz attığı sırada beyaz bir kaç saç telini görmesiyle olmuştu. Yatağa ne ara oturduğunu bile hatırlamıyor olabilirdi. Otuzlu yaşlarının ortasında bir kadın beyazlarına biraz olsun şefkatli davranmaz mıydı? Eni konu bir kaç tel. Yaşanmışlığı göstermez mi beyazlar? Şu hercai zamanın meyvesi değil miydi? İnsan yaşadığını yaş aldığını nasıl anlardı ki başka? Her şeyi çürüten zamanın torpili olur muydu hiç sana bana? Leyla bilseydi bunları yine aynı nefretle koparır mıydı onları?
Leyla leyli, şehla bakışlı kara gözlü kara saçlı kara kaşlı bir adem kızı. Annesi turşuları yaparken salatalıkları aşıran Leyla leyli. Ruhu şad olsungillerden babası öyle seslenirdi. Seslendi duyurdu, seslendi adına ad koydu, seslendi sonsuzluğa uyudu. ‘Leylam leylim su ver.‘ ‘Su gibi ömrün olsun Leyla Leyli‘ Oysa şimdilerde Leyla geriye kalan ömrünü su gibi içip tükürmek istiyordu. Çok değil 6 saat öncesiydi onu dünyaya küstüren hadisenin vuku buluşu.
6 saat öncesi hayat öylesine tatlı bir meltemdi Leyla’ya. Kelebekler hep mi böyle güzeldi demişliği bile oldu. Çalıştığı yerin kirli camları bile ışık saçıyordu sanki. Masasına kollarını dayamış iş yapası yoktu. Bahar aylarının getirdiği miskinliğe yoruyordu ya başka sebebe ne gerek? Bir kahve içip meşhur fal sitesine fincanın resimlerini atıp 3 vakte kadar keyfine keyif ekleyecek şeyler duymak istiyordu. 3 vakitli her güzel uydurmasyona razıydı. Kahvesine enerjisini vere vere içti, kalan telveyi bir baş dönümü çalkaladı. Fincanın 3 kez kendine doğru çevirdi kapattı. Üstüne de Ömer’in nişanesi yüzüğünü koydu ki çabuk soğusundu. Çabuk soğusun ki çabuk görsün geleceği. Fincanı masanın bir ucuna özenle koymuştu ki telefonu çaldı. Ömeri güzeli, aşkına müptela olduğu, uğruna müptezel gezdiği adam arıyordu. Hayrolsundu bu saatte? Hemen elini aldı telefonu, simgeyi yeşilden kırmızıya çevirdi. Çok uzun bir konuşma olmadı. Leyla’nın kulakları uğuldamaya başladı. Kendine hakim oldu kendini bildi. Oturdu kalktı. Bir bardak su içti. Bir bardak daha. Alelacele bir numara aradı, konuştu duruldu. Duruldu çünkü gerçeği o an kavrayırverdi, acıyı göğsünde yumuşattı. Kahve fincanını unuttu. 3 vakte kadarlı falın kapısına gelmiş olan 3 gün içindeki kürtaj olacağını bilse hiç kapatır mıydı o fincanı? Porselenden yapma hayal bükücü fincanı doğrudan çöpe attı. Leyla şaşkın değildi. Deliler gibi ağlaması gerekirken bu sükunet onu bile şaşırtıyor belki yazgıdan hayati boyunca bir şey beklememiş bir insanın olgunluğunu yaşıyordu. Metroya bindi kendine bir sığınak buldu, tutundu tüm bu alem kaosunun içinde sanki tutunduğu demir onun koruyucusuydu. Bohçası elinde bir kadın ona doğru bakıyor sanki her şeyi biliyormuşçasına sırıtıyordu. Leyla aldırmadı, Leyla durgundu, suskundu, kesif kokular içinde lavantayı burun deliklerine sokmuş kadar sakindi. Yazgısı sabıkalı bir kadının kızıydı Leyla, savunmasız bir güldü dikenlerini unutan, koparılmaktan imtina etmeyi bir kenara bırak bununla savaşmak için yetiştirilmiş gibiydi.
Bilincini acıdan kaybettiğini sanan insanın meczuba benzer bir gülüşü vardı şimdi Leyla’nın yüzünde. Hala yatağın kenarında oturuyor fakat saçını yolmayı bırakmıştı. Leyla leyli umudu kırılan nice kadından biri. Yolun yarısına gelmiş otuzlu yaşlarının ortasında anneliğini toprağa gömmeye hazırlanıyordu. Ucu bucağı olmayan nankör dünya çok görmüştü ona anneliği. Uyudu, uyandı, geceyi gömdü gündüzü gördü. Bebeğini toprağa verdi 3 günün sonunda. O günden sonra Leyla eskisi gibi hırçın kalamadı. Leyla bir kez olsun dokunmuştu anne olmaya bir daha eskisi gibi kalamazdı.