Dogville, dogma 95 akımı ve çektiği aykırı filmlerle tanınan Lars Von Trier’in Fırsatlar Ülkesi: Amerika üçlemesinin (Dogville 2003, Manderley 2005, Washington) ilk filmidir. Film dokuz bölümden oluşur ve her bölümde filmde yer alan farklı bir karakterin esas oyuncu (Grace) ile arasındaki ilişkiye ışık tutulur. Filmde Grace adlı bir kadın mafyanın elinden kaçmak için şehrin uzağındaki bir kasabaya sığınır. Bunun için kasabanın sözü dinlenen insanı olan Tom’un da yardımını alır. Tom’un ısrarı sonucunda kasaba halkı kendi aralarında bir toplantı yaparlar ve Grace’i iki haftalık bir deneme süresine tabi tutmaya karar verirler. Süre bitiminde kasaba halkı Grace’in kasabada kalması konusunda oy birliğine varırsa onunla birlikte yaşamaya devam edeceklerdir. Bu süre zarfında iki tarafta birbirini daha yakında tanımaya başlar. Filmde Grace, adı gibi iyiliğin güzelliğin ve merhametin simgesi, Tom ise Grace için bir rehber ve akıl hocasıdır. Yönetmen bu metnin arka planında toplumsal ilişkilerin temelinde yatan baskı ve iktidar mekanizması ile Amerikan hegemonya tarihine göndermelerde bulunur.
Yönetmen, Dogville’de izleyicilere saf iyilik var mıdır, iyilik ve kötülük nedir, bu kavramlar insanların menfaatlerine göre değişkenlik gösterebilir mi sorularını yöneltiyor. Gücü kullanarak kötülüğün uygulayıcısı olmak mı yoksa kötülük karşısında pasif kalıp onun içinde yer almamak mı daha kabul edilebilir ve daha ahlaklıdır sorusu filmin özellikle üzerinde durduğu bir diğer önemli soru. Grace, filmin son sahnesine kadar tüm iyi niyetiyle kasaba halkının işkencelerine maruz kalırken aslında sürekli Tom’a sığınması ve yapılanlara boyun eğmesi ölçüsünde zaten kötülüğün aracısı haline gelmiyor mu? Hal böyle olunca aslında filmde masum olan bir kişiden bile söz etmek pek mümkün olmuyor. Bu noktada Nuri Bilge Ceylan’ın kış uykusu filmin de geçen konuşmaları hatırlıyorum. Bize karşı kötü bir davranış şeklini affettiğimizde bu tutumumuzla karşı tarafı daha çok mu yüreklendiririz yoksa aksine hatasını kendisinin görmesi için ona bir şans mı vermiş oluruz. Grace’in kasaba halkını ilk etapta affetmesiyle onun pasif bir direniş örneği sergilediğini söyleyebilir miyiz? Açıkçası hiç zannetmiyorum. Çünkü Grace’in filmin son bölümüne kadar sergilediği tutumun adını affetmek değil de sineye çekmek olarak değiştirsek sanırım daha doğru bir yaklaşımda bulunmuş oluruz. Bu da daha çok gücü kimin elinde bulundurduğu ve hangi tarafın daha avantajlı olduğuyla alakalı bir husustur. Zira şartlar değiştiğinde Grace’in de affetmek yerine intikam almayı tercih ettiğini filmin son bölümünde izliyoruz. Bu düşünceden yola çıkarak film boyunca ancak Dostoyevski romanlarında rastlayabileceğimiz bir karaktere hayat veren Tom’un ahlaklı bir birey olmak için yaptığı sorgulamaların şişkin egosundan izler taşıması gibi, babasına karşı aldığı cesur tavrı kasaba halkı karşında sürdüremeyen ve yaprak misali savrulan Grace içinde babasının tespiti gibi kibirli ve küstah diyebiliriz. Gerçi filmin sonlarına doğru ölüm korkusu Tom’u sardığında Grace’i yanına çağırıp ona ölümden korkuyorum sence bu yanlış bir şey mi diye sorması mideye kramplar girmesine sebebiyet verebilir. Filmin başlarında Tom’a karşı beslenen olumlu duyguların zamanla yön değiştirip olumsuza dönüştüğünün ve en sonunda bu soruyla birlikte zirveye ulaştığını hissedebilirsiniz.
Filmde üzerinde önemle durulması gereken noktalardan biri yönetmenin Amerikan toplumuna ve kapitalizme yönelttiği eleştirilerdir. Grace, kasaba sakinleri tarafından sevilmek ve kendisine burada bir yer edinmek için çalışmaya, insanlara yardımcı olmaya karar verir. Kasaba halkı ilk etapta yardıma ihtiyaçları olmadığı konusunda diretseler de sonrasında Grace onları mutlu etmek için düşük ücretle çok uzun saatler çalışmak durumunda kalır. Zaman içinde Grace, kasaba ahalisi tarafından hem acımasızca çalıştırılır hem de kendi bedeni ve kişilik hakları üzerindeki iradesini kaybeder kısacası sömürü sisteminin bir parçası haline gelir. İlk başta ağzıyla kuş tutsa da kasaba halkına yaranamayan Grace, filmin ilerleyen bölümlerinde büyükten küçüğe tüm kasaba halkının kölesi haline gelir. Yapılanlardan dolayı kasaba halkı vicdanlarını rahatlamak için çok fazla neden aramaya bile gerek duymaz çünkü Grace onlardan biri değildir. Bu kadın, aralarına sonradan dahil olan ne düğü belirsiz bir yabancıdır bu yüzden onu aslında hiçbir zaman tam olarak aralarına kabul etmezler ve ona türlü işkenceler uygulamakta kendilerini haklı görürler.
Lars von Trier için saf iyilik, insan doğası, toplumsal ahlak önemli kavramlardır ve genellikle filmlerini bu meseleler çerçevesinde ele alır. Bunu göz önünde bulundurduğumuzda zaten Dogville’in sadece Amerika’daki özel bir kasaba değil dünya üzerindeki herhangi bir yerleşim yeri olabileceğini de anlamış oluruz. Çünkü yönetmenin vurguladığı gibi doğru zaman ve doğru şartlar altında güce sahip olan insanlar sevimli bir kasabayı bile zamanla Dogville gibi bir işkence yuvasını dönüştürebilirler. Dolayısıyla Tom’un da filmin ilk bölümünde ifade ettiği gibi Dogville, yeryüzündeki herhangi bir yerleşim yerine örnek gösterebilir.
Yönetmenin diğer filmlerinde olduğu gibi Dogville’de de ağır dramatik hava içerisinde bile masalsı detaylar yakalamak mümkün. Karakter inşası ne kadar başarılı olursa olsun filmin dönüm noktalarında realiteden uzaklaşıp hayali bir dünyada yolculuğa çıkan kahramanlar izleyiciyi Lars von Trier filmlerinde çoğu zaman şaşırtmayı başarıyor. Bu kopukluk ve karakterlerin içine düştüğü çelişkiler filmin bütünlüğü içerisinde zaman zaman bir hayli sıratabiliyor. Beni esas şaşırtan ise Trier’in yönetmenlik dehasının, filmin teknik boyutundan düşünsel tarafına geçildiğinde sekteye uğraması. Filmin sonunda Grace kendisine acı çektiren her karakterden intikamını alırken bir tek köpek Musa’yı cezalandırmıyor. Zaten hiçbir şeyden haberi olmayan zavallı hayvana zarar vermeme nedenin altında ise belki işine yarar diye kendisinden çaldığı kemik yatıyor. Yaptığı hata nedeniyle Grace’in çektiği vicdan azabı ve bu doğrultuda köpeğe zarar vermeyerek gösterdiği asil davranış intikam alırken ölçülü ve adil davranmak gerektiğinin en güzel örneği. Ayrıca yönetmenin saf iyiliğin var olabileceğine dair inancı ve Kant’ın evrensel ahlak kuralları üzerine yaptığı sorgulamalar kimi zaman filmin fazla dramatize edilmiş siyah ve beyaz kadar keskin hatlar üzerine inşa edilmiş, didaktik bir yapıta dönüşmesine neden oluyor.
Grace ve babasının filmin sonlarına doğru yaptıkları sohbetin ise üç saate yakın bir süre zarfında acıklı bir Türk filmi tadında izlenen Dogville için katalizör görevi gördüğünü düşünmekteyim. Fakat film için sette bir kasaba oluşturulması, olmayan kapılar varmış gibi tiyatral bir havanın yaratılması, sokak isimlerinin hatta Musa diye çağrılan köpeğin bile set zeminine tebeşirle çizilmesi fikri gerçekten çok yaratıcı. Lars von Trier’in diğer filmleri gibi Dogville’de de yönetmenliği olağanüstü başarılı. Nicole Kidman (Grace) başta olmak üzere filmin tüm oyuncularının performanslarına zaten söylenecek söz yok. Tom karakterini ise İngiliz aktör Paul Bettany canlandırmış. Bergman filmlerinde performansını sıklıkla izlediğimiz Harriet Andersson, Stellan skarsgård, James Caan ve Lauren Bacall filmde yer alan diğer isimlerden birkaçı. Son olarak film, en iyi Danimarka Film ödülü, en iyi kostüm ödülü, en iyi senaryo ödülü Avrupa film ödüllerinde en iyi sinematografi ödülü gibi birçok ödüle layık görüldü.
Dogville Film Özeti
Dogville, dogma 95 akımı ve çektiği aykırı filmlerle tanınan Lars Von Trierin Fırsatlar Ülkesi: Amerika üçlemesinin ( Dogville 2003, Manderley 2005, Washington) ilk filmidir. Film dokuz bölümden oluşur ve her bölümde filmde yer alan farklı bir karakterin esas oyuncu (Grace) ile aralarındaki ilişkiye ışık tutulur. Filmde Grace adlı bir kadın mafyanın elinden kaçmak için şehrin uzağındaki bir kasabaya sığınır. Bunun için kasabanın sözü dinlenen insanı olan Tom’un da yardımını alır. Tom’un ısrarı sonucunda kasaba halkı kendi aralarında bir toplantı yaparlar ve onu iki haftalık bir deneme süresine tabi tutmaya karar verirler. Süre bitiminde olumlu karar verirlerse onunla birlikte yaşayacaklardır. Bu süre zarfında iki tarafta birbirini daha yakında tanımaya başlar. Filmde Grace adı gibi iyiliğin güzelliğin ve merhametin simgesi, Tom ise Grace için bir rehber ve akıl hocasıdır. Yönetmen bu metnin arka planında toplumsal ilişkilerin temelinde yatan baskı ve iktidar mekanizması ile Amerikan hegemonya tarihine göndermelerde bulunur.