Söz uzar, ben çekileyim, beyim. Çay suyunu koydu. Çay tanelerini çaydanlığı boşalttı. Çaydanlığı ocağa koydu. 40 yaşlarındaydı. Karısı öldükten sonra yalnız yaşamaya başladı. Yalnızlığın tadını çıkaramazdı. Yalnızdı. Çünkü No me quitta pas şarkısını söylüyordu. Fransızcası iyiydi. Parasını çeviri yaparak kazanıyordu. Fransızca şarkıları severdi. Dalida sevdiği şarkıcıydı. Oturdu. Pencereden baktı. Her şey yalnızlık kokuyordu. Kırmızı kazaklı adam, gözlerini ayıramadı. Adam sarışındı.
Gözleri kahverengiydi. Çay olmuştu. Çay bardağına köydeki iki şeker karıştırdı. Pencereye oturdu. Pencerede karısının hayalini gördü. Ruhu ona yaklaştı yanağına bir öpücük kondurdu. Uzaklaştı. Televizyonu yoktu. Telefon kullandı yazmayı severdi Sait Faik gibi yazmasaydım çıldıracaktım. Kaç gündür okuyan yazmamıştı. 40 gündür evden çıkmamıştı. Uzun zamandır yıkanmıyor. Saçlarını kaşımaya başladı. Her şair, yalancıydı. Tüm büyüler yasaklanmıştı. Ancak şair sözü müstesna.
Şizofrenik sancıların kıyısındayım,
Üzgünüm hastayım,
Sensiz yalnızım,
Notaların arasında boğuşmaktayım. Kağıdı bilgisayara geçirdi. Bilgisayarı kapattı ve saatini yatağın kenarındaki komidinin üzerine hocanın yanına koydu. Bir öyküyü hatırladı. Bir dergide okumuştu. Pek tanınmayan yazarın öyküsüydü. La Soledad, Yalnızlık… Onu okurken uykusu geldi.
Gözlerini yere indirdi. Rüyasında karısı pencereden gelen en güzel elbisesi ile karşısındaydı. Müzik başladı: Çaykovski, Swan lake… Elinden tuttu, dans etmeye başladılar. Dönerek dans ediyorlardı. Müziğin doruklarındaydılar. Notalar arasındaki ayak sesleri, odayı doldurdu, oda rengarenk ışıklı ve güzeldi. Yalnız ikisi vardı. Sonradan uyandı. Elinden kalemi aldı, öptü. Yazmaya başladı. Sen ki yalnızlığını öğreten
dans ederek yorularak
müziğin doruklarına vararak
sen ki kağıtla dost
sen ki korkulu rüyalarımın ürküten.
Elindeki kalem birden düştü. Başı masanın üzerindeydi