Nerede olduğumu biliyordum. Üç kere gelmiştim buraya. Üçüncü gelişimde ona rastladım. Yanıma telaşsız duruşunu sergileyerek oturdu. Halbuki insanlar vapura kendisini atmak için telaşlı idi önceki seferler. Yanıma neden oturduğunu bilmiyordum. Bu adam annemi eteğinden çeke çeke zorla götürdüğüm o filmdeki adama benziyordu. Yoo, hayır hayır! Bu adam o kadar şişman ve acımasız görünmüyordu. Üstelik eli sakalına her gidişinde gözleri üzerine basa basa kapanmıyordu. Ona baktım. Gülümsedi. Ağzının kenarındaki sakallar bıyıklarına göre daha çok beyazlamıştı. Annem: ‘’Şuna bak beyaz beyaz sırıtıyor.’’ demişti. ‘’Beyaz beyaz sırıtmak ne demek?’’ diye sorduğumda ‘’Aman okuduğum romanda geçiyordu oğlum küçüksün anlamazsın.’’ demeyi yeğledi. Adam acaba solumuzda bekleyen balıkçılara mı dalmıştı? Yoksa ellerini sakallarına her götürüşünde şu adını hatırlayamadığım filmdeki adam gibi birilerine saldırma planı mı yapıyordu? Küçük küçük oturdum. Ayaklarımı bir taraftan sallıyordum. Bankta en küçük yerde oturan bendim. O büyüktü, yaşlıydı çünkü… Sakalları vardı ve elleri kocaman sakallarını içine alabiliyordu. Bir anda hohlayıverdi. Korktun mu evlat? dedi. Vapura mı yoksa balıkçılara mı bakıyorsun amca? dedim. Güldü. Çok ciddiydi gülmez sandım. Aslında güldüğünde ağzı gözükmemişti ama soğuk havaya karışan boğuk nefesiyle güldü bana. Küçük adam, sence vapura binmeli miyim? Yoksa şu ağa takılan balık gibi kurban mı olmalıyım? dedi. Utana sıkıla vapur… dedim. Yerinden doğrulur gibi yaptı. Gidince mutlu olacak mıyım? diye sordu. O adam ölüyordu dedim. Filmin adı yine aklıma gelmedi. Ölürüz be çocuk! dedi. İkinci defa güldüğünde saçı ile sakalının bitiminden akan bir gözyaşı elime damlayıverdi. Burnunu çekti, güldü, güldüm ve gitti. Tıpkı o filmdeki gibi… Giderken ellerini cebine attı, sesinde anlayamadığım bir ifade ile: ‘’ Eyvallah küçük adam!’’ dedi. Vapurun düdüğü çalıyordu, balıkçılar kovasını doldurmuştu.
Çok beğendim.tebrikler
Cok.beğendim