Böyle bir yazı yazmak isteyeceğim aklımın ucundan bile geçmezdi. 2020 yılına girerken bütün umutlarımı ve beklentilerimi bu yıla yüklemiş, her türlü yeniliğe, değişime kendimi açmış, eski alışkanlıklarımı bir yana bırakmaya çalışarak kendi çapımda revizyona girmiştim. Doğrusunu söylemek gerekirse böylesini hiç hesap etmemiştim.
2020 yılı bir milat olacağa benzer. 1720 yılındaki Marsilya salgınını, 1820 yılındaki kolera pandemisini, 1920 yılındaki İspanyol gribini düşününce 2020 yılına bu kadar büyük anlamlar yüklemekle acele etmişim diyorum şimdi kendi kendime. Demek ki yeryüzü 100 yılda bir yeniliyor kendini büyük değişimlerle…
O kadar çok komplo teorisi var ki Corona üzerine, okumaktan yoruldum, değil yazmak çok gereksiz gelmekte. Gerçeklik payı olabilir mi? Elbette, ama bu sonucu değiştirmemekte… Baktığımız büyük resmin çerçevesini çizmekte sadece…
İnsan olmanın şartlarını gözden geçirmek gerek diyor bir haftadır içimdeki ses. Bir haftadır içimdeki ses hiç susmuyor. Uzun zamandır yazmaya ara vermişliğime aldırmadan sürekli beni didikliyor.
Her kafadan bir ses çıkıyor, herkes bir yorum yapıyor. Panik halinde alış-veriş yapanları, korkuya kapılanları, insanların kontrollü küçük dünyalarındaki kontrol dışı görünmeyen düşmana karşı ne yapacaklarını bilememenin şaşkınlığını izliyorum, onları anlıyorum. Çünkü ben de onlar gibi davranıp, aynı korkuları yaşıyorum. İçimdeki ses her seferinde dur diyor, dinlemiyorum yine aynı telaşla günlük rutinlerime koşuyorum.
İşte şimdi duruyorum. Yazmak beni durduruyor, düşündürüyor, sorgulatıyor, sekinete doğru adım attırıyor. Olayların nedenlerini sorgulamak, dış dünyanın kaosunda savrulmak, sorumluluklar, ödevler, görevler, koşuşturmaca içinde kaçtığımız onca hakikatten sonra, huzur durağında bir nefes aldırıyor.
Nefes almak ne kadar değerliymiş bize bunu anlatıyor. Nefes alamazsak eğer, gözle göremediğimiz bir düşman bizi kendi akciğerlerimizdeki kendi suyumuzda boğup öldürüyor.
İşte corona gerçeği bu kadar basit aslında. Yüzyıllardır değil dünyaya, âleme kafa tutan o insan var ya, bir küçücük virüsten korkuyor esasında. Çünkü o virüs Nemrut’un beynine giren topal bir sivrisinek gibi onun sonu olacak…
İçimizdeki bütün Nemrutların, Firavunların sonu geldi artık…
Evde oturunca insan ne kadar az eşya ile yaşayabildiğine şaşıyor. Evde oturunca bolca temizlik yapılıyor. Eşyalarla kaplı duvarlara bakınca fazlalıkların gereksiz kalabalığı rahatsızlık veriyor. Gardroplardaki giysilerin çokluğundan, okunmayan kitaplardan, kullanılmayan mutfak eşyalarından, hiç giyilmemiş ayakkabılardan, bir kez kullanılmış çantalardan, serilmeyen halılardan insanın kurtulası geliyor. Çepeçevre sarıldığımız tüketim sarmalından nefes alası geliyor.
Nefes bize biçilmiş en büyük heves…
“Eskiler boşuna nefes tüketme” derlerdi, bir şeyin olmayacağına kanaat getirdiklerinde. Nefes sayılı verilmiştir, sayısı bittiğinde biten ömrün ta kendisidir.
Corona bize, aldığımız her nefesin en değerli servetimiz olduğunu öğretmek için mi geldi acaba diyor içimdeki ses?
“Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”…
Ne çabuk unutuldu bu asıl servet de, düştük cehennemin ateşine diyor, içimdeki diğer ses. Ateşlerde yanarken, sevdiklerimize uzaktan bir elveda bile diyemeden, son nefesimizi kendi akciğer suyumuzun içinde boğulurken vermek düştü 21. yüzyılda payımıza… İnsanoğlunun payına…
Daha zaman var mı insanlığı kurtarmak için bilmiyorum. Belki coronadan kurtulabiliriz. Bilim adamları çalışıyorlar gece gündüz. Ama insansızlıktan kurtulabilir miyiz ondan pek emin değilim.
Yaradan’ın kendi suretinde yarattığı Ademoğlu, hangi din anlayışında olursa olsun, kainatın sırrını taşıyor. Hangi milletten, hangi ırktan, hangi mezhepten olursa olsun Tanrı’nın yeryüzündeki halifesidir o. Hiçbir dinsel öğretiye sıcak bakmayanlar için bile, insan en değerli varlıktır.
Coronadan korunabilmek el yıkamaktan, temizlikten, hijyenden, evde kalmaktan, sosyal mesafeden geçerken, gerçek koronadan korunabilmek düşünceleri, zanları, ön yargıları, basmakalıp saplantıları, cehaleti temizlemekten, kabe-i kebir olan gönlümüzün içindeki putları kırıp atmaktan geçiyor.
Kurtulmayı başarırsak eğer, dünyayı daha yaşanabilir hale getirmekten başka çaremiz yok. Yok ettiğimiz her ağaç, dağ, taş, toprak, hayvan, bitki, deniz, göl, vs. bize görünmeyen düşman olarak geri dönüyor. Vahşice saldırdığımız ne var ne yoksa her şey insanoğlundan öcünü alıyor. Görünmeyen düşman kendi bekası için insan bedenini kullanıyor. Maddi varlığımızı ele geçiriyor. Maneviyatımızı çökertiyor.
Çöken yalnızca dünya ekonomisi değil, çöken hakiki insan olma bilincidir ve bu virüsten daha tehlikelidir.
Sağlıklı ve virüssüz günler dilerim.