Koşuyordu kadın delicesine. Yanaklarından süzülen yaşlar hıçkırıklarına karışırken delicesine koşuyordu. Etrafında neler olup bittiğine aldırmadan, umarsızca koşuyordu. Zaten onu durduracak kimsesi de yoktu. Kaybolmuş birkaç parça kağıttan farkı yoktu. O kağıtlar kadar boş ve sahipsiz… Kalbi, insanlara güvenmenin acı sillesini yemişti bir kere.
Kaçıp saklanmak, hep daha uzağa, en uzağa gitmek istiyordu. İnsanlardan kaçmak hep daha iyi bir çözüm gibi gelmişti ona çünkü. Hayatı boyunca elinden tuttukları tarafından uçuruma itilmiş, yalnızlığın kör kuyularında cezalandırılmıştı ne yazık ki! Bir damla gözyaşı olmuştu tek dostu. Ve bir kalem bir de kağıt. Ne idüğü belirsiz birçok insandan daha çok şey ifade ediyordu bunlar onun için.
Nihayet bir yerde durup soluklanmıştı çaresiz kadın. Kırık kalbi daha fazla dayanamamıştı hayatın temposuna. Ne tuhaftı oysa ki, gökyüzünün denize verdiği rengi vardı tüm cömertliğiyle, karşılıksız sevgi ve huzur içindeydi bu alışveriş. Fakat insanlar öyle miydi? Kendilerinde olmayan renkleri başkalarından çalıyorlar ve onları hep karanlıkta bırakıyorlardı. Hiçbir şey ve hiç kimse gökyüzü cömertliğinde değildi.
Dünya her zamanki gibi kıskançlığın ve bencilliğin kölesi olmuş insanların başrolleriyle dönmeye devam ediyordu. Genç kadın buna daha fazla tahammül edemiyordu. Yüreği buna yüz çeviremiyordu çünkü. Durum içler acısıydı…
Gözlerinin yaşını silerken bu nefret dolu düşüncelerine engel olamıyordu genç kadın. İnsanların böylesine zalim ve düşüncesiz olmasına katlanamıyordu. İnsanları görmek dahi istemediğinden denize en yakın olabileceği kayalıkları seçmişti oturmak için.
Cebinden çıkardığı dostları kalem ve kağıda gülümsedi yalnızca. Çünkü onu bir tek onlar anlıyor, bir tek onlar terk etmiyorlardı.
Gözlerinin derinliği yaşanmışlıklarının ağırlığıyla daha fazla koyulmuş, hüzün perdesi göz kapaklarını daha da ağırlaştırmıştı.
Bir fırtınaya tutulmuştu bir zamanlar o güzelim gönül teknesi. Nasıl alabora olduğuna hala aklı ermiyordu. O zamanlar dünya onun için toz pembe olduğu için o eski yazmalarını aksatmıştı. Fakat şimdi ne büyük bir hata yaptığının farkına varmıştı. Kimse için kaleme, kağıda küsmeye değmiyordu çünkü.
Dünya artık onun için dayanılamaz bir hale geldiği için daha fazla sarılır olmuştu kalemine. Gördüğü kuşa, kelebeğe hatta küçücük bir tırtıla duyduğu merhametin hikayesini yazar olmuş, ruhundaki bütün kini atmak için kaleme kağıda sarılmıştı. Fakat yine de insanlara duyduğu nefreti bir türlü dizginleyemez olmuştu.
Kimi sevse ellerinin arasından kayıp gitmesine anlam veremiyordu. Sorun eğer çok sevmesiyse bir daha asla ve asla sevmeyecekti.
Yüreği bir okyanus gibi derin derin akmaya, ruhu ise bir yarasa gibi kaçıp saklanmaya, insanlardan korkmaya devam edecekti.