Kifayet Emel Özkul ile Seramik ve Sanat Üzerine

0
443
Kifayet Emel Özkul ile Seramik ve Sanat Üzerine

Bu röportajları yapmaya başladığımdan beri hayatıma çok güzel insanlar giriyor. Öyle ki çok şey öğreniyor, başarılı insanlar tanıyorum. Aslında konu da bu zaten bu insanlar başarıya nasıl ulaştı. Bir süredir hem hoca hem sanatçı olan KİFAYET EMEL ÖZKUL Hanımefendi ile birlikteyiz. Kendisi İstanbul üniversitesi MYO El Sanatları Bölümü Seramik- Cam Çinicilik öğretim görevlisi…Yüksek Lisans öğrencisi ve Kültür ve Turizm Bakanlığı Çini  Sanatçısı, her parmağında bir hüner…Ve mücadelesi tüm kadınlara örnek olması gereken bir Türk kadını…

Barış Manço Kültür Merkezi’nde buluşup söyleşimizi yapacağız bir pazar gününde. Kendisini başarılarından, işini çok iyi yapmasından tanıyorum ama kişiliğini tanıdığınızda içinizi ısıtan ışıl ışıl gözlerini gördüğünüzde aslında başarısının yanında muhteşem kişiliğini de görüyorsunuz. İnsanı hipnotize eden kapkara gözleri sizi çabucak etkisi altına alıyor. Zaten kapıdan girdiğinde hemen göze çarpan aurasıyla insanda yıllardır tanıyor hissiyatı yaratıyor. Sözü kendisine bırakmak istiyorum bir an önce;

S.Ö.:  Bize kendinizden söz eder misiniz?

 K.E.Ö: Hocam (ikimizde hoca olduğumuzdan böyle hitap ediyoruz karşılıklı) benim babam polis memuru ben aslında çok polis olmayı istedim ama elimdeki izden dolayı olamadım. (Elinin üzerinde ki küçük bir izi gösteriyor) İstemediler beni arkadaşlarını deşifre edersin deniliyordu. Şimdi baktığımız zaman her yerde orası burası yarlı çizik her yerde polis arkadaşlarımız var. Farklı farklı şehirlere gidince bir orada yaşa bir orada yaşa ee tabi her gittiğin şehirden bir şeyler alıyorsun. Karma karışık bir şehirde yetişiyorsun aslın Türk’sün Müslümansın ama; Erzurum’un kültürü Çankırı’nın kültürü Konya’nın kültürü aynı değil. Bir ana çatı var birde küçük odacıklar var öyle düşünürsek biz o odacıkların her birinden bir şey ala ala baba göreve gider görevden gelir bizler çalışırken arka tarafta Kuran okurdu babam. Bir dönem Kuran yasaklandığında biz mesela ben o günleri çok iyi hatırlıyorum Erzurum’da lojmanların altında biz gizli saklı kuran öğrenmiştik. İyi ki öğrenmişim şu an mesela okulda öğrencilerime yazı dersinde bir şey getirdiklerinde “burada ne yazıyor” diyorum bilmiyor çocuklar, “bak burada bu yazıyor burada şu yazıyor” diyorum. Örnek alıyorlar. “Ya hocam siz okumasını bilmiyor musunuz?” “Cahil miyim ben” diyorum mesela gülümseyerek espri yaparak siz beni cahil mi zannettiniz falan diye. Bütün bunları öğrendiğiniz her şeyi cebinize koyuyorsunuz. Attığınız her adımda heybenize bir şey giriyor. O heybenin altında da delikler var gereksiz olan her şey zaman içerisinde çekip çekip gidiyor. Ben Mimar Sinan’ı kazandım. Kazanma hikayemde ilginçtir benim. Babam benim etrafa çok yumuşak ama evde despot askeri eğitim yapan bir adamdı. İşte ben yeteneğimi babamdan almışım. Babamda böyle çizerdi falan. Gazete okurdu gazeteyi asla bize vermezdi “önce ben okuyacağım”; açıldığında o deforme oluyor ya… babamla gazete yarışına girerdik, bende çok severim gazete okumayı. Gazete bittikten sonra rica ederdim; öyle kâğıt kalem kullanamıyorsun. “Gazetenin kenarları boş ben şuralara desen yapabilir miyim?” bütün gazete kenarlarını desenlerle doldururdum. Erzurum’dayız koskoca Erzurum kız meslek lisesinde resim bölümünü seçen bir tek benim. Müdüre hanım dedi ki ; “Kifayet’ciğim kusura bakma açamayacağız bir kişi için” İstanbul’a geldiğimizde Bakırköy kız meslek lisesinde resim bölümü vardı oraya girdim. Oradan çıktım Mimar Sinan’ı kazanacağım tamam üniversite sınavlarına gireceğim benim bir de 6. Hissim gerçekten kuvvetlidir. Babam dedi ki “kızım hadi sınava gidiyoruz” “Boşver baba ben bu sene kazanamayacağım” “kızım emin misin?” “Yok gerek yok boşuna yorulma ben kazanamayacağım bu sene” ertesi sene oldu babam “girmeyeceksin herhalde yine” “yo ben bu sene kazanacağım” dedim. Kendim evde oturup; bize çok misafir gelirdi, akşam saat 9’dan sonra misafirleri yolcu ettikten sonra bir de şey vardır akşam en son ne konuşursanız sabaha kadar hafızanız onu tekrar eder. Yastıklarımın altı hep kitap defter kalem böyle. Ranzanın üstünde yatardım kardeşlerim karıştırmasın diye. Sonra herkes üniversite sınavını kazanmak için kurslara giderler, ben resim kursuna da gidemedim üniversite kursuna da gidemedim. Ben hep kendim çalıştım. Bir arkadaşım var benim Figen Allah razı olsun telefon ettim “Figen dedim ne yapmam lazım?” İşte şurada bir kurs yeri var oraya git bir gittim kursun bitmesine iki hafta kalmış herkes lay lay lom iki senedir ders alıyorlar iki hafta kaldığı için herkes gezme derdinde. “Hocam benim zamanım yok benim çok iyi çalışmam lazım” dedim. Hocanın her dediğini çarpı 10 katı yaparak gece gündüz annemi çiziyorum; “anne o şekil bitti öbürüne geç öbürüne geç”. Kardeşimi çiziyorum; otur, kalk, yat, sürün… hep çiziyorum. Yolda çiziyorum, okulda çiziyorum, parkta çiziyorum, sürekli çiziyorum. Hani biz normalde bir şeyin başından başlayım. Çizerdik üçgenler, dikdörtgenler, geometrik desenlerle hemen şunu iki dakikada çizmeyi öğrettiler bize ve ben bir buçuk hafta deli gibi çalıştım. Ve üniversiteye 10bin kişi girdi. Torpil falan vardır giremezsin dediler ben gireceğim dedim. Ben Allahtan istedim size ne dedim. Sonra kazandım. Lise arkadaşlarım şok oldular. İki senedir misafir öğrenci gibi gidip geliyorlarmış okula üç ayrı bölümü vardı. İlk sınavı kazanırsınız sonra iki sınav vardır. Hangisini isteseniz ona gireceksiniz üçünü de kazandım. Arkadaşlarımdan birisi yetmedi mi dedi bana. Dedim ki “ne alaka? Bir bölüme gireceğim” “sen kazandığın için biz kazanamıyoruz.” Var mı öyle bir şey? Kazandım ama ben girmedim ki. Gittim kaydımı ona yaptırdım diğerlerinden düştü yer açılmıştır otomatik olarak. Neyse geleneksel sanatlar çok seviyorum, oraya gittim. Halı kilim benim de bölümüm ikinci bölümde çini ama ağırlığı çiniye verdim ben yani şimdi de çini üzerine devam ediyorum. 96 da mezun oldum bölüm birincisi olarak. Sonra annemin kuzeniyle babam evlendirdi. Bakın annemin kuzeni ama annem istemiyor babam istedi evleneceksin onunla oradan cenazen çıkacak dedi. Bakın bir kız çocuğuna söylenebilecek en kötü cümledir “oradan cenazen çıkacak.” Erkek o zaman istediği her şeyi yapabilme hakkını buluyor kendinde. Ataerkil bir toplum ama o kadar da değil “kızım sen sus kır dizini otur o oğlum yapar.” Hayır efendim o da yapar o da yapar. Ve nitekim toplumu güçlü kılan kadın. Daha pratik düşünüyoruz detaycıyız ama çözümlemeye gidiyoruz erkek öyle değil kutuyu görün erkek kutunun kenarlarını görüyor. Kadın o kutu neden yapılmış nasıl yapılmış içinde ne var komplesini görüyor. Ondan sonra da detaycısın ee ben detaycı olduğum için bu kadar başarılıyım.

S.Ö.: Peki daha sonra?

 K.E.Ö   Sonra ben 14 sene Almanya’da kaldım. O sırada Mimar Sinan’da ki halı bölümündeki hocam çok yalvardı Candan Akpınar; “Kifayetciğim mutlaka okulda kal seni buraya aldırayım” diye. Allah razı olsun. Baba bizde son sözü söyler bir de ben çok babacıyım öl dese öleceksin, askere gönderse askere gideceğim.  Ben şiddetli bir evlilik gördüm. Annesi haksız olduğumu söyledi diye annesi de yengem olur dayımın eşi ilk tokadımı ben orada yedim. Çocuğum var “aman çocuk yap düzelir adam olur.” Çok büyük yanlışlar bunlar. Çocuk yapınca adam düzelmiyor. Neyse o dur. Çocuk kadını tam tersi bağlıyor. Kendi özgüvenini kendi özgürlüğünü kısıtlıyor. 19 yaşında kızım iyi ki de var. Allah gani gani ömür versin. Bahtını açık etsin. Ama ben dün bir bildiri gönderdim; önsözü yazdım gönderdim fakat altına içim rahat etmedi kaynakça diye soruyorlar kaynakçaya benim ve kızımın hayatı diye yazdım. Altına da tamamen çok özet bir biçimde kendi hayatımı yazdım. Dedim ki siz bilmezsiniz ama yurt dışına giden kadınları eziyorlar. Ben bilirim yaşadım benim arkadaşlarım çocuklarını alıp kendilerini nehre attılar. Aileleri kızlarından haber alamadı cenazesi kapıya gelip teslim edilene kadar. Alman hükümeti Allahtan kadına ve çocuğa çok önem veriyor destek veriyor. Vermeseydi kadınları mahvederlerdi. Öyle olduğu halde bile dayak yiyorsun. Saçma sapan sebepler yüzünden. Kızım bir buçuk yaşında mıydı pardon daha yürümüyordu bile gırtlağıma yapışmıştı eşim beni öldürmek üzere öleceğim nefesim kesildi yürümesini bilmeyen çocuğum duvardan tutuna tutuna Allah gönderiyor geldi ve dedi ki; “anne baba durdu orada. Üç kere ben bıçakla saldırıya uğradım el değil bir de bu eş… Bir de ben elektronik eşyaları kullanmayı ve almayı severim ilk yaptığı şey önce benim eserlerimi parçalamak sonra bütün elektronik eşyalarımı parçalamak ben kırdım bozdum sen yenisini yap. 38 tane çiçeğimin hepsini aynı boyda kesmiş bir psikopat eşim vardı benim. Ve ben onun elinden kurtuldum. Üç kere Türkiye’ ye geldim bu arada ruh sağlığımı düzgün tutmak için ben orada çini ebru hat dersleri veriyorum. İnsanlarla iletişim sağlamaya başladım. Google yazdığınızda Almanya’da kapmış olduğum kurslar sergilerde ön plana çıkar. Para kazanacağımı bildiğinden engel olmuyor. Ucunda para varsa engel olmuyor destek oluyor. Para yoksa o sergideki eserleri getiriyor çat çat gözünüzün önüne atıyor. Cebine para koyduğunuz zaman ya da para kazanacağım dediğiniz zaman öyle olmuyor maalesef ki. Sonra ben kaburga kemiklerimin kırıldığını hissettiğim zaman gözlüğüm gözümden fırlayıp üzerimdeki kanı gördüğüm zaman kendimden geçmişim. Ben dedim ki bu evlilik bitti. Kızımı aldım polisi çağırdım ve çıktım. Bütün eserlerim eşyalarım hiçbiri umurumda değil kalsın hiç önemli değil. Önce evladımın sağlığı sonra benim. Dört sene orada ayrı yaşadım. O zaman içerisinde farklı şehirlere gittim. Almanlara proje yaptım orada. Orada dersler verdim. Kızımı aldım buradan teklif geldi bir geziye geldim. İstanbul üniversitesinde benim bir arkadaşım vardı o Mimar Sinan Üniversitesi’ne  geçecekti “Kifayet istersen seni bir referans göstereyim sağlam birini istiyorlar senden iyisini bulamayız.” Dedi. Ben tatile geldim belgelerimi verdim gittim. iki hafta sonra beni aradılar “geliyor musun?” diye  dedim “geliyorum”. O sırada ben Ruhr Üniversitesi’nde ebru seminerindeyim çocuklara workshop yapıyorum. Eve geldim eşyalarımı toparladım öğrencilerimden biriyle hala görüşüyorum kardeşim gibidir. “Gel” dedim “beni havalimanına götür.” İki arkadaşım; kitaplarım  çok önemlidir benim için; kitaplarım, kızım eşyaları birkaç resim malzemelerim onları aldılar üç odalı evimin anahtarını teslim ettim arkadaşıma kimin neye ihtiyacı varsa ver dedim. Kenara koymuşlar geldikçe alırsın diye dedim hayır onlar bana; tamam her ne kadar sonradan ben onları yapsam da hep eskiyi hatırlatacak ayağımda pranga istemiyorum dağıtın. Buraya geldim Lahey Sözleşmesine göre kızımı kaçırdığım için bana dava açtılar. Bu arada ben kaçaktım. Bakın her şeye rağmen babasıyla arasına asla girmedim. Yeşil pasaportu var hala gider gelir. Alman hükümetine karşı canla başla davaların hepsini kazandım. Burada kaç tane cumhuriyet savcısıyla neredeyse hepsi bizden mezun “ya hocam ne işin var senin burada” diye karşılayanları biliyorum. “Ya işte kızım için geldim” kızıma bir cümle şöyle konuş böyle konuş demedim. Yüreğin ne istiyorsa onu söyle dedim. Çocuğum burada kalmak istediğini söyledi. Ve Almanya’da ki hakim beni arayıp “şu tarihe kadar bana karşı dava kazanmış tek Türk kadın olarak dosyalarıma geçtin sakın Alman’ya ya geri gelme madem çocuğunu orada büyüteceksin – çünkü ben telefon ettim hakime her şeyi anlattım; bana yapılanı zulümleri neden Türkiye’ye geldiğimi hepsini anlattım. Yarım yamalak Almanca öğrenebilmek için elimden gelen her şeyi yaptım. Bütün davalar bitti çok şükür. Buradaki boşanma biraz sürdü. Sonra buradaki de bitti siz her şeyi arkanızdan atıyorsunuz ya yeniden doğuyorsunuz, kabuklarınız kırılıyor. Ne yapacağım diyorsunuz ne yapmam lazım önce çocuğun var çocuğun için ayakta durmak zorundasın. Ondan sonra kendinize kale örüyorsunuz kaleler. İnsanlar diyor ki ya niye bu kadar sertsin? Ya da bir şeyi paldır küldür söylerim ben önünü arkasını düşünmem ben düşüneceğime sen düşün. Beni üzeceğine sen üzül eğer beni o raddeye getiriyorsan. Ve bizim de bir geçmişimiz var sen benim geçmişte ne yaşadığımı bilmeden bunları söyleyemezsin. Sonra iki sene üniversitede dışarıdan hocalık yaptım. Kadroya aldılar kadroda da kendimi gittim rektörlükte anlattım hocam benim kadroya ihtiyacım var ben dışarıdan çalışamam biliyorsunuz dışarıdan çalıştığınız zaman 6 ayda bin lira filan alıyorsunuz. Benim çocuğum var ve evimi geçindirmem lazım çıktığınız ev döndüğünüz evle aynı olmuyor. Aileniz her şey değişmiş oluyor. Ben burada da zorluklar yaşadım tabi. Sonrasında kadro onayı geldi bana rektörlükten aradılar beni “hocam hayırlı olsun kadronu aldın” dediler. Gittim ev aradım. Ailemden ayrılmam lazımdı çünkü kızımla ailem anlaşamıyorlardı.  Türkiye’ ye dönüş yapmış birçok Almanya da yaşamış doğmuş arkadaşlarım geri dönüş yaptılar. Kızıma dedim ki; “ ömrünün sonuna kadar okuyacaksın istediğin gibi oku. Eğer almanyaya geri dönmek istiyorsan yola çık ben davaları kazandım ama yola çık gitmek isteyebilirsin gönderebilirim seni.” Hala söylüyorum. “Ama diyorum burada benimle yaşayacaksan elimden gelen her şeyi sana yapacağım.” o da şuan  lisede seramik teknolojisi okuyor stajını yapıyor. Sonra hocam Mimar Sinan bizi tasarım makinası gibi yetiştirdi. Piyasaya çıktığımız zaman hangi bölümü okuyorsanız o bölümün tasarım makinasısınız. Üstüne ekledikçe ince uzun bir bina dikiyorsunuz. Öğrendiğiniz her şey için bir bina diktiğinizi düşünün New York’un o uzun binaları gibi gökdelen oluyor. Bu bilgi birikimi aslında. Ama bu şey değil biriktirdiğiniz bilgi birikimini tek başınıza kendiniz kullanırsanız bencilsiniz. Nejat hoca hep şey der seramik hocası “paylaşmak bilginizin zekatını vermektir” der. Paylaşacaksınız kim olursa olsun saklamanın bir mantığı yok. Allah sana onu vermiş paylaş. Hatta daha dün facede birisiyle çarpıştım; “sen işte sırların alındığı yere kadar söylemişsin.” Bak dedim ben eğitimciyim sende gel bir sıkıntın varsa ben sana telefon numarasına kadar veririm. Paylaşmak güzel şeydir niye böyle yapıyorsun. Az kazan ama işaret edilen insan ol. Ben okulda çini ebru yazı dersleri veriyorum. Orada da çinisel uygulamalar verdiler ama ben gelenekselci olduğum için çocuklara çamurdan hat yazıları çamurdan çini desenleri felan yaptırıyorum. Seramikle amatörce  uğraşıyorum. Amatörce uğraştığım halde bile çok iyi takip ederim. Bir de mantığımı çok yürütürüm nasıl yapılıyor öylemi böylemi diye. Mantık çerçevesinde de birçok şeyde hareket ediyorum. Kendi hayatıma da kimseyi karıştırmıyorum. Ailemde dahil eğer bir karışırlarsa bir şeyi iki kere yapmak durumunda kalıyorum çünkü benim mantığımla onların mantığı aynı şekilde hareket etmiyor. Gittiğiniz bir yolu bile iki kere gidip gelmek zorunda kalıyorsunuz. O yüzden ben genel çizgi olarak kızıma örnek olacak öğrencilerime de örnek olacak bir yetişkin olarak bu ülkeye faydalı olacaksam her şeyden önce kararlarımı almayı doğruysa bir üstüme yanlışsa altında ezilmeyi kabul ettim. Ve hiç kimseyi o kararların altına imza attırmıyorum. Çünkü kimseye dönüp senin yüzünden oldu dememek için. Ve kızıma da söylediğim şey hep şudur ne olursan ol istersen öl ama doğruyu söyle. Girdiğin her ortamda doğruyu söyle hiçbir şeyi beceremiyorsan bile insanlar derki bu kız güvenilir. Bu kıza evini bırak namusunu bırak anahtarını bırak paranın önüne koy git dönüp bakmaz güvenilir olmak çok önemli bir şey. Böyle olman gerek diye sürekli söylüyorum öğrencilerime de aynı şekilde. Okulda da normal bir öğretmen değilimdir vururum kırarım dökerim saçını çekerim arkadaş gibi. Öğrencilerime şey derim nereye gidiyorsunuz? Yüreğimin götürdüğü yere yüreğinin götürdüğü yer niçin benim odam oluyor? Çay alırlar kahve alırlar börek getirirler bazen güne çevirirler benim odamı kovarım hepsini defolun gidin felan derim. Seviyorlar, çocuklar kendileri gibi iletişim kuran gecenin bir yarısı arayabilecekleri dertleşebilecekleri insanları seviyorlar. Her birinin size bir şeyler anlatması sizin geminizde ya da hayat treninizde bir sıkıntı ama çözüm üretmek zorundasınız nihayetinde aslında devletsiniz siz öğrencilerinize evladınıza; “benim annem her şeyi yapar”. O annenin güçsüz olduğu asla düşünülmüyor. Kanatlarının kırıldığı kendi iççinde yaşadığı depremler kendi içinde ağladığı akıttığı göz yaşları “kifayet her zaman güçlüdür.” “ya kifayet yapar.” Peki kifayet oraya gelene kadar oraya çıkana kadar o yapar dediğiniz şeyi yapana kadar o zaman diliminde ne yaşadığını ne biliyorsunuz? İçinde ne tür fırtınaların koptuğunu ne biliyorsunuz? Boşanma sürecimde kardeşim bana şöyle söyledi “abla bana bakmıyorsun beni delip geçiyorsun sen önceden bana bakardın. Şimdi beni görmüyorsun.” Siz bir tasarımcıya bunu nasıl yaptın dediğiniz zaman diyor ki atıyorum 10 sene okudum kendimi geliştirdim bunun 10 senelik bir geçmişi var. Şu tasarımın artı 10 sene geçmişi var. Bu dik duruşun artı 30 sene geçmişi var. O yüzden kolay değil bazı şeyler ve maalesef erkeklerin ilk hedefi kafasına binmek. Kim olursa olsun bu babanız olur bu eşiniz olur bu çocuğunuz olur bu kardeşiniz olur. Yani siz güçlüyseniz etrafınızdaki insanlar güçlü insanları yemeğe kemirmeye geliyorlar. Ya yanımda yürü ayağıma çelme takma eteğimden çekme çakıl taşı olma. Ben yürüyorum zaten yanımda benimle beraber yürü. Ben bir şeyler yapıyorsam birlikte yapalım. Ben siz olmadığınız için tek başıma üstlenmek zorundayım ve yapıyorum. Ha siz olursanız birlikte yapacağız. Ama maalesef kimse olmuyor etrafınızda ve kendiniz yapmak zorunda kalıyorsunuz. Ama aslında işin güzel kısmıda bu diyorsunuz ki çok şükür yarabbi kimseye ihtiyacım yok senden başka.

S.Ö.: Güçlü insan olmak yalnız olmakla eşdeğer.

Aynen çok eşdeğer. Diyorum ya ikinci bir insan kalkıp size fikir verdiğinde ya hadi şunu da kırmıyım yapıyım dediğiniz her şeyi iki kere yapıyorsunuz. Ve ben o yüzden asla kendi yapacağım hiçbir şeyde babam dahi öyle yap dese sen karışma diyorum. bu işi ben biliyorum ve bu işi ben yapacağım. Bırak altında ezileceksem ben ezileyim ama asla dönüpte senin yüzünden oldu demeyeyim. O yüzden kimseye tamah etmiyorum tevekkülüm benim sonsuzdur rabbimle kavga ederim sürekli kavga ederim daha dün kavga ediyordum. Hep senin yüzünden insanlara iyi davranıyorum. Sırf senin rızanı almak için sonra bak insanlar ne yapıyorlar bana diye kavga ediyorum.

S.Ö.: Belki bu da bir sınavdır?

Öyle her şey öyle ama Allahıma kurban olayım bu kadar da değil. Hep aynı yerden mi vurulur bir insan evet hep aynı yerden vurulur. Benim en zayıf noktam kızım Ece’ydi ablam dedi ki; deniz dalga vurdukça koydaki zayıf nokta sürekli hasar görür, mesela komple beton atıldı fakat orada bir kumlama var sürekli orası zarar görür orada ki kum dedi ya da adı her neyse düşmeye başlar oranın tamir edilmesi gerekiyor ki oraya vuran dalgalar oraya zarar vermesin aynı yerden zarar görüyorsak oranında düzeltilmesi güçlendirilmesi gerekiyor dedi. Ece ilk evden gittiğinde iki gün gitti o iki gün sanki başıma yıkıldı. Eve giremedim. Sonra iki ay ayrı kaldım çocuğumdan eve giremedim kendi evime gitmedim. Sonra eve gidiyorsunuz odasına gitmiyorsunuz sonra odasına gidiyorsunuz yatağında çocuk yok yatağın ucunda oturuyorsunuz. Sonra sonra alışıyorsunuz. Şimdi Ece diyor ki; “anne babam bilet alacak ocak şubat tatilinde Almanya’ya gideceğim. İyi tamam diyorum tarihleri bana söyle. Tarihler geliyor götürüyorum bindiriyorum ondan sonra mesaj atıyorum ne zaman geleceksin geleyim alayım seni. Gidiyorum alıyorum. Eskisi gibi ağlama  yok bitti. İnsanın zayıf tarafı sevdiği tarafı. Kimi seviyorsanız zayıf noktanız o. Sizi üzende o kişi oluyor aslında. Diğer kişiler sizi üzemez. Ben sizi üzemem ama sizi üzen eşinizdir çocuklarınızdır annenizdir çok sevdiğiniz arkadaşınızdır sizi üzen. İnsan üzüntüyü hep başkasından bekler hayır değil üzüntü hep en yakınınızdan gelir. Dışarıdaki adama aman dersin kapıyı kapatırsın, dışarıda kalır. Kapıyı açtığında senin sorunundur kapıyı kapattığında değil, bitmiştir o en fazla birkaç gün düşüncelerinizi yoğunlaştırır ama en yakınınızdaki bitmez. O kafanızdaki düşünceler birbirine değmez. Ona söylemek isteyip söyleyemediğiniz hiçbir şey birbirine değmez. Biz o zaman ne yapıyoruz biz kendimizi sanata veriyoruz. Ben o zaman elime kalem kağıt alır kimseyle konuşmam habire çizerim. Bazen müthiş şeyler çıkar atıyorum kenara dursun şimdi zamanı değil piyasaya çıkmasının çünkü o konuda tekâmül edemedim ki eserlerim tekâmül etsin. Çünkü daha içindeyim dışında daha bunları yaşayamadım. Sonra sonra kendinizi bir üste çıkartıyorsunuz. Aman diyorsunuz o da geçer. Sonra sesli düşünmeye başlıyorsunuz. Bana çok şey derler “patur kütür söylüyorsun önünü arkasını düşünmüyorsun kalp kırıyorsun” kırdığınıza sayın diyorum, söylediğinize sayın dövdüğünüze sayın ben bugüne kadar sustum çektim bundan sonra da siz beni çekin. Ve sanatın insanı sakinleştirdiğini söylüyorlar, söylüyoruz evet biz sanatla uğraşmayan insanları sanatla yakınlaştırarak çocuklara eğitim vererek onları sakinleştiriyoruz. Ruhlarını tedavi ediyoruz ama biz zaten sanatın içindeyiz bizi kim tedavi edecek? Bazen çok daraldığımda Yasin okurum, kuranı kerim insanı acayip sakinleştiriyor zaten. Hiç canım okumak istemese bile o kör şeytan var ya lanet olasıca dibi düşesice gelir böyle kuranın üstüne oturur alırım sayfaları karıştırırım hala hocam kokuyor rahmetli olmuştu inşallah cennettedir, açarım Erzurum kokar hocam kokar onu içime çekerim eski kuranımı ondan sonrada tefeül açarım bir sayfayı gözümü kapatır bir noktaya koyarım dilek tutarım Allahım derim bu konuda bana bir yol göster okurum hiç alakası yoksa ben ne sordum sen ne cevap verdin derim. Celal hoca var çok mübarek bir insan ben onun kalp gözünün açık olduğunu düşünüyorum, o tür insanlarla muhabbet etmek acayip güzel. Besmele felan yazıyorum diye Allah herkese nasip etmez Rab bir çok şeyi nasip etmez diyorum ben senelerce kıyafet tasarımı çizdim bir kenarda duruyor demek ki  onların orada durması lazım. Senelerce asker olmak istedim en son kapıyı kilitlediler göndermediler ne işin var senin askeriyede diye. Polis olayım dedim elimdeki izden almadılar. Demek ki; Allah kulunu bir yere hazırlar. Demek ki dedim yurtdışına gitmeliyim yurtdışında biraz özgüven kazanmalıyım çünkü kendiniz yapıyorsunuz her şeyi dilini bilmiyorsunuz yol bilmiyorsunuz yordam bilmiyorsunuz çıplak kalmışsınız çölün ortasında. Kendiniz yol bulmak zorundasınız. Yardımcınız yok. Maneviyata sarılıyorsunuz ve güçlü durmayı öğreniyorsunuz. Türksünüz Müslümansınız “Schwarzkopf (siyah kafa) diyorlar size. Tehlike teşkil ediyorsunuz onlar için. Ve çok fazla geçit vermiyorlar size. Benim diplomamı tanımadılar. Yüksek lisans, doktora için üniversite ayarladım diplomam tanınmadığı için yapamadım ben orada bunları. Şimdi tanıyorlar niye? Cumhuru reisimiz parmak salladı diye tanıyorlar. Şimdi 10 senedir filan tanınıyor öncesinde yoktu. Ve ben buraya geldim şimdi yüksek lisans yapmaya çalışıyorum ara verdim birtakım sıkıntılar dolayısıyla. Bazen diyorum ki aman niye yapıyorsun sonra da diyorum ki yapanlardan ne eksiğin var? O kadar çok şeyi aynı anda götürmeye çalışıyorsunuz ki yoruluyorsunuz. Mücadele etmek zorundasınız artık bu da bir zorunluluktan çıkıyor; hayat tarzı haline geliyor mücadele etmediğinizde kendinizi suçlu hissediyorsunuz ben bunu niye yapmadım diye ya da ben böyle yapabilirdim ya da ben bunu yapabilirdim.  Ve yapılan hiçbir şeyi beğenmiyorsun.  Çünkü pratik düşünmeyi öğreniyorsun. Hızlı çözüm üretmek zorundasınız. Tek başınasınız, tek başına bir çocuk yetiştiriyorsunuz, ailenin bütün yükünü tek başınıza çekiyorsunuz. Uzaktan çocuk yetiştiriyorsunuz, telefonla kapıyı kitle çocuğum şunu yap bunu yap bir taraftan sanatçı kimliğiniz var insanlara örnek olmak zorundasınız. Öbür taraftan hocasınız öğrencilerinizin size ihtiyacı var. Ee annesiniz evlatsınız kardeşsiniz, bir kadının çok fazla mesleği var. Ben bazen akşam belli bir saatten sonra öğrencilerime şey diyorum yeter artık, saat 5’ten sonra yazmayın çünkü ben artık bir anneyim. Ben evladım ben ablayım ben kardeşim onlarında bana ihtiyacı var. Parçalara bölünüyorsunuz sonra sabah o parçaları toparlayıp hayata devam ediyorsunuz.

S.Ö..Başarı duygusu sizi nasıl etkiliyor? Yani bu noktada ben başardım diyor musunuz?

Hayır.

S.Ö..Hangi noktada diyeceksiniz peki?

 Hiçbir zaman. Hayat size sürekli yeni bir şeyler getiriyor ve o yeni şeyleri sürekli başarmak zorundasınız. Onu yaptınız bir sonraki gelecek onu yaptınız bir sonraki gelecek. Bu saatin ilerleyişi gibi her saat başı tık gördünüz o bitti bir sonraki. Başarma duygusu diğer dünyayla alakalı söyleyeceğim ben ne zaman ki o tarafı nasıl görürüm nasıl yaşarım bilmiyorum; rabbin huzuruna çıktığımda hiçbir kişinin gelip de bana kul hakkı var bizde kul hakkı bıraktı bu şahıs dememişse ben başarmışımdır. Bu dünyalık fazla bir şeyde gözüm yok benim. Ben bırakmışım her şeyi rızık derdinde değilim. Üniversitede bana sorun yaratan arkadaşlarım vardı ben en son şu cümleyi kullandım bütün dünyanın cumhurbaşkanları bir araya gelse kifayet İstanbul üniversitesinde öğretim görevlisi olmayacak dese halt etmişler, Allah “künfe yekün” demişse olay bitmiştir dedim. Eğer Allah derse Kifayet’in üniversitede hükmü bitmiştir ben onun rızkını başka bir yere gönderiyorum zaten o rızkın peşine beni de gönderecektir. Benim bu dünyada bir beklentim yok. Benim beklentim insanları üzmemek benim hakkım geçsin onlara ama onların hakkı bana geçmesin. Ve ben huzuru ilahiye vardığımda Allahu teala  “kifayet gel bakayım bunda senin hakkın varmış bu da senden istiyor” dediyse bitmiştir. O zaman başarısızsın. Çünkü başarı sadece maddesel değil başarı maneviyatla alakalı bir şeydir. Arkadaş çevrenize bakın arabası olur evi olur ben başardım der neyi başardın? Bir yangınla hepsi gitti, Borsa çöktü gitti, İflas ettin gitti. Neyi başardın? Ben sağlıklıyım işte fitim Allah bir virüs atar gitti o vücut. Benim kocam söyle benim kocam böyle kocanın hayatına bir kadın girer çocukların Allah muhafaza uyuşturucu kullanan insanlarla arkadaşlık ederler onlarda gider neyin kaldı? Nesin ki sen? Zerre kadar değerin yok. Hem bütün dünya âlem senin için kurulmuş o kadar kıymetlisin hem de zerre kadar değerin yok. O yüzden benim bu dünyadaki başarılarla alakalı hiçbir beklentim yok. Allahu teala Kuranı Kerim’i indirdiğinde açıklamalarda hiçbir zaman ben demiyor ben yaptım ben gönderdim ben var ettim değil biz diyor. Biz bir bütünüz. O yüzden aslında yaparken de evet Allah bana veriyor Selda hanıma da vermiş gelmiş burada konuşuyoruz. Ama bunu sana yaptıran bir güç var. Yani biziz. O yüzden ben bu dünyada Allah’ın bana verdiklerinin ve ya vereceklerinin dışında hiçbir beklentim yok hırslı bir insan değilim kimseyle yarışmam. Benim yarışım kendimledir. Şu an dört tane projem var Allah nasip ederse onları yaparsam benden alası yok. Çokta sevilecek imza atılacak projeler. Bu da onun nasibine kalmış eğer nasibimde varsa ben yazdım bana yazdırdı yazdırdığına göre yaptırır da yaptırmayacaksa da belki yaptıracağı birisi gelecektir.

S.Ö.: Hiç mi egolarınız yok hiç mi kulağınıza “hadii iyisin kızım işte” diyen bir ses gelmez

 Egom yoktur ama şuna kızıyorum sanat dünyasında bazı insanlar köşeleri kapmışlar  geçit vermiyorlar. Yukarıda tanıdığı üç beş kişi vardır ve aynı işi sende yapıyorsun geçit vermiyorlar. Ben o işi yapmak istediğim için değil yanlış anlamayın ben İstanbul üniversitesi seramik cam çinicilikte öğretim görevlisiyim ben her sene en az 20 tane öğrenci mezun ediyorum. Bu öğrencilere istihdam sağlanması lazım. Eğer siz sürekli oraya gider tanıdıklarınızı devreye koyar sizin atölyenizdeki insanlara sürekli istihdam sağlarsanız ben buna kızarım. Bu işi bir tek siz mi biliyorsunuz? Kimyagersinizdir buluş yapmışsınızdır sizin isminizedir eyvallah yaptığımız sanat aynı şeyi bizde yapıyoruz. Neden hep aynı yerlere yaptırılıyor da Metrolar Marmaraylar; güzel sanatlar fakülteleri, güzel sanatlar liselerinin eserleri de o metrolara birer tane takılıp da oradan gelecek gelir o okula gönderilmiyor? O öğrencilere verilmiyor? Hep aynı insanlar dönüyor. Bu konuda buna ego mu denir ne denir bilmiyorum ama buna sinirleniyorum, kızıyorum ve varsa hakkım helal etmiyorum. Çünkü biz o öğrencileri çıkın piyasada darma duman olun diye yetiştirmiyoruz. Mükemmel biçimde bu işin eğitimini alan ve eli çok iyi olan öğrenciler var yazık değil mi bu çocuklara? Köşeleri tutuyorlar ben o yüzden sanatçı arkadaşlarıma da onlara aynı kapıyı açan insanlara da sinir oluyorum. Bu büyük bir yanlış. Bu artık sistemin yanlışı mı birilerinin pohpohlamasının yanlışımı böyle olmaması gerekir. Sen bir tane yaptın çekil bakayım kenara o da yapsın. Herkese eşit davranılması lazım. Ben sana oy veriyorsam ben seni destekliyorsam herhangi bir şey istenildiğinde ben elimi taşın altına koyabiliyorsam o zaman bazı insanların etrafında dönmemesi lazım. O yüzden ben sanat dünyasından uzak dururum. Facebooktan takip ederim çok sevdiğim insanlar vardır takip ederim onları ama onlarla hiç ortak sergilere girmem ortak projelere girmem ortak programlara girmem ki kültür bakanlığı çini sanatçısıyım ben. Benim amacım kişisel değil öğrencim. Kendim için de bir şey istemiyorum kendi eserlerimi bile satamam ben ama öğrencilerim için okul için çatır çatır kavga ederim. O yüzden benim hayattan insanlardan hiçbir beklentim yok ben isteyeceğimi Allahtan isterim dönerim onunla kavga ederim söyleyeceğimi yine ona söylerim çünkü beni yaratan annem gibi annem benim yaratıcımın bilmem kaç milyonda bir minnacık hali annem şimdi ben onunla kavga edince sonra yanına gidince kedi gibi beni affediyorsa o hayli hayli affeder. O yüzden istediğimi de ondan isterim şikayetimi de ona sizinle bir sıkıntım mı var sizi direkt ona şikayet ederim başkasına etmem ben.

SÖ.: Peki hocam bundan sonraki projeleriniz neler?

 16 Türk devletiyle alakalı bir projem var çok büyük bir proje. Sayın cumhur başkanımızın onay vermesi lazım. Birçok yere gitti hatta bunu yapalım deyip kendine pay isteyen birçok insan vardı ben hepsine rest çektim. Koydum kenarda duruyor ben yapabilirsem yaparım yapamazsam Allah elbet birisine yazdırmıştır ona yaptırır. O yüzden duruyor kenarda onu yapmayı çok istiyorum. Ben Osmanlıyı çok seviyorum ama çok fazla Osmanlı çalıştık biz şu an da bir miktar Anadolu Selçuklu, herkeste bir dönüş var herkeste dönüş olduğu için bende de dönüş olsun istemiyorum ama 5-6 senedir yapmak istediğim bir şeyler vardı onların ufak ufak çizimlerini yapmaya başladım. Bir sergi açmak istiyorum tamamen Anadolu Selçuklu eserlerinin benim tasarımlarımla birleşmiş hali. Öğrencilerimi Sivas’a götürüp oradaki eserleri güncelleyip mayıs nisan gibi projemiz var inşallah. Orayı bir gezip tozup dolanıp oradaki bütün bilgileri alıp masaya yatırıp özgün bir pano tasarlamak ama o panoya bakıldığında evet Sivas, Anadolu Selçuklu diye böyle bir proje Sivas’tan başlayarak önce onu bitirip çünkü orada hem kaynaklar hem hocalar hem tanıdıklar hem Sivaslı olmanın getirdiği bir şey daha kolay. Sonra Konya da bir projemiz var Ali hocam kendisi nlp uzmanıdır. O kabul etmiyor ama biz onu öyle tanıdık. İki tane yabancı üniversitenin rektörlüğünü yapıyor aynı zamanda “Selçuklu torunuyum Mevlevi torunuyum” der “onun istediği yapalım Kifayet” dediği bir proje var “ben varım sen yeter ki öğrencime istihdam sağla hocam” dedim. Çünkü bu çocuklar evlenecekler ev geçindirecekler, üniversiteden mezuniyet yallah…  Bu şey gibi doğur bırak. Biz orada tamamen bir doğumhaneyiz ve çocukları doğurup mezun edip dışarı atıyoruz. Kim sahip çıkacak bunlara? Sonra elalem sahip çıkıyor dağa çıkıyor terörist oluyor. Hayır o çocuklara bizim sahip çıkmamız lazım. Açığı kim kapatırsa gençlik oraya yöneliyor. O açığı da bizim kapatmamız lazım. O yüzden benim yapmış olduğum çoğu projede ana temam gençliktir. Onların genel kültür olarak geçmişini öğrenip bunu kendi önlerine serip, bizim o gördüğünüz büyük pano tasarımları bile ben oturup kendi başıma çizmedim ben fikri attım çocuklarla istişare yaptık onlar söylediler not aldım onların söyledikleriyle evde bir tasarım yaptım watsapptan attım herkes bir fikrini söyledi en son çizdim önlerine koydum bu mudur budur hocam. Sonra oturduk onları beraber yaptık. Şimdi yine ilime yolculuk diye bir tasarım yapıyor çocuklar eli çok iyi olanlara verdim İstanbul’un bütün sokaklarından giriyorsunuz istanbul’un o bütün bilim yuvası olan atıyorum Mevlevihane olsun,  Askeri Müze, Askeri kışla olsun hepsini koyduk hepsi var. Oraların hepsinden geçiyor ve ortaya geliyor ortada neresi Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethettiğinde gitmiş olduğu üniversite; İstanbul üniversitesi ve kenarlarda doktora salonundan alınmış üç tane deseni birleştirerek bir desen yaptım onu kullandık. İstanbul üniversitesi deyince herkes kapı kapı kapı… hayır değil! Fatih Sultan Mehmet’in tuğrası Abdülhamit’in tuğrası ve kule; bunlarda İstanbul üniversitesi. Birazcık kafalarını çalıştırsın insanlar diye böyle şifre şeyler koyduk. Şu an onun oluşumu var onda bile kızlarla bunlar abla biraz büyükler onlarla istişare ederek yaptık. Şimdi Anadolu projesinde de öyle çocuklarla gidip gezip tozup gelmeden ne yapalım ? herkes fikrini söylesin sonra onu burada öğrencilerle beraber onu bir projeye geçirmek sonra onu bir metroya asmak ve bunun açılışını sempozyumla açmak istiyoruz. Sonra bu çocuklar bunu gördüklerinde atölye kurabilirler proje oluşturabilecek merkezlerde çalışabilirler devam edip yüksek yapıp üniversitelere gidebilirler çok ihtiyaç var. Cumhuriyet üniversitesinin güzel sanatlar fakültesinde sanat tarihi bölümü yok, seramik bölümü yok, çini bölümü yok o yüzden bu bölümler bu çocuklar okudukça açılabilir ve bunlar oraya öğretim görevlisi alınabilir. Her şeyden önce hedef gençlik ben otuz yaşın üstüne yatırım yapamam. Alacağını almış zaten. Otuz yaşın altı benim hedefim.

Bu güzel sohbete kayıt cihazını kapatıp sıcak çaylarımız eşliğinde devam ediyoruz. Öyle müthiş bir insan ki sohbetine doyum olmuyor o hayatla mücadelesi tüm kızlarımıza kadınlarımıza örnek olmalı diye düşünüyorum. O hayatın çetin koşullarında bile varlığını sürdürmüş bir kardelen çiçeği misali hayatta var olmasını bilmiş başarılı kadınlarımızdan…Mücadele, maneviyat, kararlılık, şefkat, onur, tevekkül, güç…Kıvılcım saçan simsiyah gözlerinde benim gördüklerim bunlar…

PAYLAŞ
Önceki İçerikBana Hayır Deme
Sonraki İçerikİDSO DenizBank Konserleri Bu Hafta Caddebostan Kültür Merkezi’nde…
Selda Önder
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil ve Moda Tasarımı lisans eğitimi alan Selda Önder, yine aynı üniversitede pedagojik formasyon eğitimi aldıktan sonra İsatanbul Arel Üniversitesi Moda ve Tekstil Tasarımı ana bilim dalında yüksek lisans yaptı. Çeşitli kolejlerde, resim, el işleri, ebru, tezhip, hat, seramik, görsel sanatlar ve moda tasarım öğretmenliği yaptı. Halen Bahçeşehir Yelpaze Dergisi'nde sanat editörlüğü yapmaktadır.