Elindeki çayı bıraktı denizi izlerken.
Dalgaların süzülmesini izledi.
Kıvrım kıvrım oluşunu.
Taşlara vurup vurup kaçışını.
Kayaların arasından geçişini.
O’nu çok özlemişti.
Adını sayıklıyordu.
Ayakları sızlıyordu.
Elleriyle ovdu bacaklarını.
Deniz dalgalıydı tıpkı Karadeniz gibi.
Masmavi suyun beyaz köpüklerini izledi.
Sabunlanmış gibiydi.
Deniz dışındaki yerler yeşildi.
Yemyeşil…
Dağlar aradan gülümsüyordu.
Dalgalar, taşlara çarpıp çarpıp kaçıyorlardı.
Tıpkı şaka yapar gibi.
“Merhaba.”
“Merhaba.”
Sessizlik bozuldu bir an.
Çayından birkaç yudum aldı.
Denizi izlemeye devam etti.
Kahvede birkaç kişi vardı.
Denizin kokusunu içine çekti.
Deniz çarşaf gibi süzülüyordu.
Derin bir nefes aldı.
Suyun sesini dinledi.
Su kendine doğru çekiyordu.
Kendini denize bıraktı.
Gözlerini kapadı.
Gözlerini açtı.
Denizi izlemeye devam etti.
İçi deniz gibi olmuştu.
Beyin dalgaları coşkundu.
Suyla beraberdi.
Dilini çayla ıslattı.
Denizi içine çekti.
Deniz kendini fark ettirdi ona.
O (C.C.) her şeydi.
Başka her şey YOK’tu.
Aradığı ne varsa silinmişti.
HİÇ’liğini YOK’ladı.
Etrafta konuşanların sesleri geldi.
Dikkati dağıldı.
Gözleri hala denizdeydi.
“Neredeyse yangın çıkıyordu…”
Gözleri denizdeydi.
Dalgalar yana yatmış D şeklindeydi.
Güneş ışığının yansıması denizdeydi.
Parlıyordu.
“Birkaç ay beklemesi lazım.”
Işık denizde süzülüyordu.
Bir yudum aldı çayından.
Deniz çok güzeldi.
Gözlerini ayıramadı.
Deniz onu içine çekti.
Denizde bir damla oluverdi.
Dalgalara karışıp bir katre haline geldi.
Gözlerini kapadı.
Denizle sürüklendi.
Bir nokta olup güzelleşti.
Denize bağlı bir ölüm meleği oluverdi.