Yuvalarımız şefkat, sevgi, sadakat, hasret, vefa, hürmet, müsamaha, tevazu gibi temel insani değerleri kaybediyor.
Kalabalık, trafik, gürültü, stres, güç kavgası, para hırsı, makam sevdası…
İstanbul, ömrümüzü tüketiyor.
Hem kendimize, hem birbirimize zulmediyoruz.
Oysa Sezen Aksu’nun Dua şarkısında dediği gibi: “Bu kavga bir hayırsız düş…”
Arada nefeslenmek; nefeslenmek için hatıralara ve doğaya sığınmak lazım.
Köylerimiz, beldelerimiz ancak bayramlarda şenleniyor.
Sadece bayramlarda canlanıyor yıkılmaya yüz tutmuş, dede yadigârı evlerimiz.
Yalnızca evlerimiz değil; çocuklarımız, eşimiz, anne babamız, akrabalarımız, akrabalıklarımız, evliliklerimiz de bayramlarda hayat buluyor.
Köyünde, çocukluk ve gençlik hatıralarının gölgesinde, doğayla ve dostlarıyla baş başa kalan insan, ruhunu dinleme fırsatı buluyor; yaratılış gayesini kavrıyor.
Bayramları beklemeyelim.
Gelin! Nefes alalım.
Bir günümüzü çoluk çocuk Kastamonu’yu gezmeye ayıralım.
Şehirlerin ruhu olduğuna inananlardanım.
Kastamonu “ruhaniyatlı bir şehirdir.”
Okumasını bilen için bu ruh, yuvaları kurtaracak ve haneleri cennet bahçesine çevirecektir.
Nasrullah Camii’ne gidelim.
Çocuklarımız, torunlarımız, şadırvanın yanında güvercinlere yem atmanın neşesini yaşasın.
Avludaki çay ocağında, eşimizle çayımızı yudumlarken “mimarimizin tamamlayıcı unsuru olan güvercinleri” ve çocuklarımızı seyredelim.
Ezanı dinlerken, eşimizin elinden tutup gözlerinin içine bakarak şükredelim: Seni ve çocuklarımı bana lütfeden Allah’a hamdolsun.
Kastamonu Kalesi’nden tatlı bir hayale dalalım.
Ey mübarek şehir!
Selam sana! Selam seni vatan yapanlara! Selam, toprağında kefensiz yatanlara!
Şeyh Şaban-ı Veli Hazretleri’nin duasını alalım: “Gelişiniz güle güle… Gidişiniz güle güle… Her işiniz güle güle…”
Âşıklı Sultan’ a varalım, Yunus Emre’yi duymaya çalışalım: “Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil.”
Saat Kulesi’nde soluklanırken -Orhan Veli’nin İstanbul için dediği gibi- gözlerimizi kapatıp Kastamonu’yu duymaya çalışalım…
Rıfat Ilgaz’ı yâd edelim: Hababam Sınıfı’yla tebessüm ederken, Yıldız Karayel’de her şeye rağmen hayata dört elle sarılmaya çalışan insanımızın öyküsünü hatırlayalım.
Cumhuriyet Meydanı’nı görmeden dönmeyelim.
Kulaklarımızda çınlasın, istiklal yolunda, gecenin karanlığında, tipide, sırtında mermileri taşıyan kağnıların gıcırtısı.
Duymaya çalışalım analarımızın dualarını: “Ruhumun senden İlahî, şudur ancak emeli, Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli!”
Kastamonu Kışlası’nın önünde, bebeğinin üzerine örtmesi gereken battaniyesini mermilerin üzerine örtüp, biricik yavrusu ile heykel gibi donup kalan Şerife Bacı’yı rahmetle analım.
Kastamonu Lisesi’ne (Abdurrahmanpaşa Lisesi) bakarken; “Çanakkale içinde vurdular beni. Ölmeden mezara koydular beni.” diyen Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nın meçhul kahramanlarına birer Fatiha gönderelim.
Alnımızda bilginin nuru yanar,
Kalbimizde en yüce duygular yaşar,
İrfan meşalesi yurda lisemiz,
Kastamonu Lisesi gençleriyiz biz!
Balkanlar’dan Trablusgarp’a, Sina’dan Galiçya’ya kadar ölmeden mezara koyulurken “Of! Gençliğim eyvah!” diyenlerin ruhlarını şad edelim.
“Ülkem benim! Memleketim! Canım! Cananım! Yegâne Sevdiğim! Hiçbir şey uğruna vazgeçemediğim! Memleketim! Benim Memleketlim!”
Senin de ruhun şad olsun Cem Karaca. Allah Yâr’ in olsun.
Ayrılmadan şehirden, Sinan Bey Camii’nin önünde, eşimiz ve çocuklarımızla el açalım, yürekten yalvaralım Allah’a: “Bizi sen sevgisiz, susuz, havasız… Ve vatansız bırakma Allah’ım!”
Vefa, muhabbet, kanaat, fedakârlık, vakar, tevekkül, Kastamonu’nun şiarıdır.
Mühim olan Kastamonu’da yaşamak değil, Kastamonu’yu yaşamaktır.
Ne mutlu Kastamonu’yu yaşayanlara!
Ne mutlu Kastamonu ruhunu yaşatanlara!