Bende oraya kurardım tezgahı diye düşündüm köşedeki kestaneciyi görünce. Tezgahının üstündeki yapma bozma fırınla ısınıyordu bir yandan, diğer yandan gözleri fıldır fıldır etrafta geziyor. Cam gibi soğuk bir rüzgardan bıçak darbeleri yiye yiye usulca yanaştım yanına. Önce bir torba çıkaracak oldu, yok dedim, burada yiyeceğim. Fırınından bir kestane çıkardı verdi. Ne öğrendin bu hayattan diye sordum aniden. Düşünür gibi oldu biraz. ‘ kimseye güvenmeyeceksin abi‘ dedi. ‘Ne malum evdeki karının seni kesmeyeceği? ‘. Evde uyurken bıraktığım karımı düşündüm bir an. Yorgana sarılmış masum masum uyuyordu. Üşümesin diye sönen sobayı yakıp da çıkmıştım sokağa. Ben düşünürken baya bir kestane yemiş olmalıyım ki ayrılırken ‘abi parasını unuttun’ dedi. Dönüp bakmadım bile.
Sokakları bayram yeri süslemişler. Ne berber açık ne kasap. Yalnız başıma yürüdüm sokaklarda. Aklımdan çıkardım karımı yanıma koydum. O da yürüyor şimdi benimle. Elini tuttum bir ara, geri bıraktım. Gözlerine baktım, rengini çözemediğim gözlerine. Bazen siyah bazen yeşil oluyordu çünkü. Rüzgar saçlarını yüzüme vurduğunda içimde oğlumun ilk doğduğu gün aklıma geldi. Nasıl silinir akıldan bilmem. Hastane odasına girdiğimde gülümseye bir kadın vardı, karım. Kucağında bir oğlan çocuğu…
Karımı geri yolladım, yine aklımdan. Dönsün uyusun biraz daha kadıncağız. Zaten çocuk uyanır az sonra uyutmaz. Beş yaşında daha ne bilsin uykunun kıymetini. Açık bir çay bahçesi gördüm bende, oturdum iki çay söyledim. ‘ Birimi gelecek abi’ diye sordu çocuk. Yok lan sen içeceksin dedim. Gitti, getirdi, oturdu karşıma. Bardağı tutuşundan anladım sevgilisi yok. Varmış ama ayrılmış. Bir tutuşu var bardağı, bir kavrayışı… İnsan ancak sevgilisinin elini tutabilir öyle, bir de karısının. Ne öğrendin bu hayattan diye sordum. Düşündü biraz. ‘ kimseye güvenmeyeceksin abi’ dedi. Karımı düşündüm yine. Uyanmıştır şimdi, çocuğa yiyecek bir şeyler hazırlıyordur. Her şeyi de sevmez kerata, uğraştırır durur anasını.
Kalktım, çiçekçiye gittim. Karım en çok papatyaları sever. En büyüklerinden aldım birkaç tane. Her sabah uyanmadan yanına papatyalarını koyarım. Perdeleri de sımsıkı kapatırım ki görmeyeyim yalancı güneşi. Sonra o uyanır, papatyalarını görür, bir gülümser bana, bir güneş doğar yakınlarımda, hava ısınır birden, volkan gibi patlar yüreklerimiz, külden sözcükler uçuşur havada aşka dair. Ve ben yarını beklerim bir gün boyunca, batmayan güneşimin yeniden doğuşunu.
Böyle düşününce duramadım bak şimdi. Adımlarımı sıklaştırdım. Eve dönüyorum artık. Rüzgar hala bıçak gibi deliyor etlerimi. Bir sigara yakıyorum ısınmak için. İçe içe vardım kestaneciye kadar. Sözlerime mi darıldın abi, dedi. Kafamı salladım belli belirsiz. İçten bir kahkaha patlattı.‘ benim karı beni kestiği gün kediler aslan doğurur ‘
Merdivenleri hızlı hızlı çıktım. Dün geceden beri öpmüyorum karımı. Dudaklarımı dudaklarına koyup dakikalarca bekleyeceğim öyle. Her şey silinip gidecek o an aklımdan. Dudaklarının sıcaklığı soğutacak içimi, titreyeceğim bir an. Anahtarı sokuyorum kapıya şuan. Ahanda bizim oğlan uyanmış kapı da beni bekliyor. Derdi var besbelli, küçücük ellerini sokmuş pijamasının cebine, aşağı doğru ittiriyor. Söyle bakalım küçük aslan ne istersen yapacağım bugün, dedim. Sözlerini karım mutfaktan çıkınca anladım ancak.
‘Beni annemin mezarına götür müsün?’
Gerçekten çok güzel bir öykü oldu. Severek ve keyif alarak okudum. Hikâyenin gidişatı ve dili çok başarılı. İnternette böylesine güzel kısa öykü bulmak gerçek manasıyla zor. Kaleminize sağlık. Başka öykülerinizi de okumak isterim.