Güvenliklerin keskin gözlerle izlediği kapıdan henüz geçmişti. Güvenlikler uyarıncaya kadar elektrikli bantta bıraktığı eşyalarını almaya yeltenmedi bile. Zorla birkaç adım attıktan sonra birbirinden habersiz sağa sola koşan kalabalığın ortasına daldı. Neredeyse sırtındaki çantayı bırakıp koşar adımlarla geriye doğru koşacaktı. Ayaklarına güvenemediğinden ileri doğru yürüyebildi sadece. Tekrar durduğunda havalimanının tam ortasında yıldız gibi asılı duran büyük ekranın önündeydi. Bütün rakamlar ve harfler birbirine giriyor, hepsi gözünde birden arkasındaki kalabalığı canlandırıyordu. Aklında kaldığı kadarıyla uçağın kalkacağı kapıya doğru yöneldi. Ne parlak ışıklı büyük kafe tabelaları, ne de süslü havalimanı ışıklandırmaları aklındakileri kovalamasına yardımcı olmadı.
Uçağa adımını attığı anda bir yere tutunması gerektiğine karar verdi fakat buna vakit bulamadan kendini girişteki uçuş görevlilerin kollarında buldu. Çok fazla düşmemiş olması kendini çabucak toparlamasına yardımcı oldu. Uçuş görevlilerinin ve arkasındaki diğer yolcuların yardımını reddedip tek eliyle üstünü silkeledi. Kalın ve soluk el çantasını da yerden alıp koltuğunun bulunduğu yere doğru yöneldi.
Oturur oturmaz dışarı attı gözlerini. Dışardaki fırtınanın yarattığı kaos, içerde koridor kavgası eden insanlarınkinden daha ilgi çekici geliyordu. Bir süre sonra uçak havaya oranla tehlikeli denebilecek bir hızla kendini yukarı kaldırmaya başladı. Henüz çok fazla mesafe kat etmemişlerdi ki daha fazla tutunmaktan vazgeçip bıraktı kendini koyu kırmızı kan damlası. Servis için gelen hostes uyarıncaya kadar beyaz gömleğindeki kocaman kan lekesinden haberi bile yoktu. Uçuş talimatlarını verirken hipnoz olduğu hostes, aşırı yüz makyajıyla artık oldukça çirkin gözüküyordu. Ayrıca çoktan dışardaki fırtınaya dalmış olan gözlerini tekrar kendine çevirmişti.
-Burnunuz kanıyor efendim, gömleğinize damlamış.
Bu hizmetkâr söyleme ancak sıkkın bir soluk verme ve miskin bir kafa sallamayla karşılık verebildi. Konuşurken aynı zamanda nemli bir havlu uzatan hostes, bütün yüzünü itici bir gülümsemeyle kaplıyordu. Uzatılan havluyu bir çift temiz el karşıladı. En çok da kendi dikkatini çekti bu kadar temiz olmaları. Aldığı havluyu dizlerinde bekletirken tekrar fırtınaya daldı.
Uçaklarla arası hiç iyi olmamıştı. Ne zaman uçak havalanıp tekerleklerini içeri soksa teni bembeyaz olur, midesine keskin bir kramp saplanırdı. Servis edilen yiyeceklerin ve içeceklerin yüzüne bile bakamadı. Saatlerdir yaptığı tek şey dışardaki fırtınayı izlemek ve sarsıntı sırasında sallanan kafasını korumak için elini çenesine yaslamaktı. Bir müddet sonra o garip koku yine etrafını sardı. Önce göz bebekleri ile sağ tarafında kalan iyi giyimli beyefendiyi süzdü. Sonra da önünde magazin dergisinin resimlerine gözlerini dikmiş kadına baktı. Bu koku ikisinden de geliyor olamazdı zira bu kokunun sahibini uzun yıllardır tanıyordu.
Çok güzel bir yazı olmuş ellerinize sağlık okumaktan açıkcacı keyf aldım