Kargalar Şehri/ I. Bölüm Islak

0
79
Kargalar Şehri / I. Bölüm Islak
Kargalar Şehri / I. Bölüm Islak

Önce ışıkları söndürdü, daha sonra mumları yaktı. Derin derin yıpranmış kilimin üzerindeki soğuk ve cansız bedeni süzdü. Kibriti çaktıktan sonra duyduğu tek şey yağmurun cama vurduğu tıkırtılardı. Birkaç gündür aralıksız yağıyordu yağmur. Gökyüzüne nefes aldırmayan bulutlar şehrin üstünde uzun bir süredir süzülüyordu. Elinde kibrit çöpü uzunca bir süre daldı ıslak penceredeki yansımasına. Neden sonra elindeki kibritin alevi işaret parmağını ince bir acıyla yaktı ve çöpü birden elinden düşürüverdi. Geri almaya yeltenmedi zira oda bir kibrit çöpünü kaldırmayla toparlanacak gibi değildi. Bütün mumları yaktıktan sonra sebepsiz yere bir kez daha turladı cansız bedenin etrafında. Yüzünde duyguların hiçbirinden en ufak bir zerre bile barındırmıyordu. Yanında biri olmadığından olsa gerek bir kelime bile konuşmamıştı aynı zamanda. Öylece salonun içinde dolanıyor, boyuna yerdeki bedeni izliyordu.

Evin en büyük odası olmalıydı burası. Dört bir tarafı kaplayan kitap raflarına rağmen hem zengin gösteren kadife kılıflı kanepelere hem de ceviz ağacından yapılma sehpalara epey bir yer kalmıştı. Üstelik bir de arkasında devasa boyutlarda bir tabloya sahip çalışma masası da vardı bu odada. Kafasını önce sağa sonra sola eğerek uzun süre inceledi tabloyu. Görüş alanına sığmamış olacak, birkaç adım geri attı. Durduğunda salonun tam ortasında, yüksek tavandan sarkan taşlı avizenin tam altındaydı. Yağmur şiddetini azaltınca kendi nefesini duymaya başladı. Bundan rahatsız olup nefesini derin ve uzun aralıklarla almaya başladı. Ayakta durmuş olmanın verdiği yorgunlukla oturacak bir yer aradı. En sonunda karar veremediğinden çöküverdi bulunduğu yere. Yerdeki bedene yukarıdan bakmıyordu artık. Dizlerinin üstünde emekleyerek biraz daha yaklaştı. Neredeyse yüz yüzelerdi. Bir süre yüzünü süzdü. Solgun beyaz tenine zorla tutuşturulmuş kapkara kaşlarının altında gözleri duruyordu. Parçalanmış dudakları normalde olduğundan daha kalın gösteriyordu. Kapalı da olsa gözlerine daldı. Yüzünde belirsiz bir gülümsemeyle rahat bir nefes verdi. Ardından korkak bir tıklamayla kapı çalındı. Ufak tefek bir adam şoför üniformasının kollarını sıyırmış kısık ve tiz sesiyle:

  • Araba hazır efendim, diye seslendi.

Adam neredeyse yerde yatan cansız bedenden daha tepkisizdi. Ne tek kelime konuştu ne de kafasını çevirip içeri giren adama baktı. Garip bir şekilde hala yerdeki bedeni izliyor, bir yandan da dışarıdan izleyenler için huzursuzluk verici gülümsemesine devam ediyordu. Bir süre bu şekilde bekledikten sonra derin bir nefes alıp hızlıca kalktı oturduğu yerden. İçeri korkarak giren üniformalı adam çift taraflı kapının tekini açık bırakmış, önünde bağladığı elleriyle efendisinin kendine vereceği emirleri sadakatle yerine getirmeyi bekliyordu. Buna rağmen efendisi tek kelime etmeden önce kalktığı yerde hafifçe silkindi daha sonra yakasını ve paçalarını düzeltti. Üniformalı adamın tuttuğu kapıdan ağır adımlarla çıkarken tek eliyle kapının tokmağına astığı ceketini de aldı eline. Tek kelime etmeden koridor boyunca düzenli ve ağır adımlarla yürümeye devam etti.

Efendisinin arkasından bir süre daha bekledikten sonra cüssesinin aksine şaşılacak bir çeviklikle yerde yatan bedeni hızlıca kollarından kavradı ufak adam. Efendisiyle biraz önce göz göze gelmişti ki bu da yapması gerekenleri anlamasına yeter de artardı bile. Sıkıca kavradığı bedeni önce kaldırmayı denedi fakat buna kendi de inanmadı. Daha sonra kollarından sürükleyerek biraz önce efendisinin geçtiği koridordan hızlıca geçti. Çıkış kapısına geldiğinde bükülmüş beli ile zar zor açabildi koca kapıyı. Yağmur şiddetini yeniden arttırmıştı. Kaldırım taşlarını dövercesine vuruyordu damlalar yere. Araba kapının önüne önceden çekildiğinden çok fazla ıslanmayacağını düşünmüştü fakat efendisinin arabanın önünde elleri cebinde sırılsıklam olduğunu görünce kuru kalma hayalleri suya düşmüştü. Kollarından kavradığı bedeni öylece kapının eşiğine bırakıp efendisinin yanına koştu. Adam elleri cebinde gömleği vücuduna yapışmış bir şekilde önlerindeki patika yolu izliyordu. Kalçasını yasladığı arabanın farları yolu aydınlatmaya yetiyordu. Arada sırada ıslandığı için gözlerinin önüne düşüp görmesini engelleyen saçları dışında her şey tertemiz görünüyordu. Efendisini rahatsız etmekten korkarak yanına yaklaşan ufak tefek adam da çoktan sırılsıklam olmuştu. Tam efendisine neden arabaya binmediğini soracaktı ki ince, yüksek bir çığlık yardı gecenin zifiri karanlığını. Şoför korkuyla yerinden sıçrarken, tek elini cebinden çıkarmadan saçlarını düzelten adamın yüzünde o rahatsız edici gülümseme yeniden belirdi. Şoförü ürküten bu gülüş, adamın ağzında sanki hep oradaymış gibi duruyordu. İstemeyerek göz göze geldiler adam şoförün yüzünü süzdükten sonra gözleriyle ileriyi işaret etti. Adamın işaret ettiği yerde karanlıktan başka hiçbir şey gözükmüyordu. Az önce gelen çığlığı da hesaba katacak olursak sorgusuz bir şekilde o karanlığa dalmak çok da akıl karı değildi. Bunlar elbette şoförün o endişe verici karanlığa dalmasına engel olmadı. İçindeki vefa ve minnet duygusu ağır basan şoför, her zaman olduğu gibi iki eli önünde aldığı emri koşarak gerçekleştirdi.

Yağmur yüzünden bir bataklıktan farkı kalmayan yolda zar zor ilerlerken İtalyan marka pantolonu çoktan çamura bulanıştı bile. Sırılsıklam olan gömleğinin içinden sarkmış vücudu görünüyordu. Zaten ağır olan şapkası yağmur suyunu emince iyice ağırlaşmıştı fakat hala en sağlam haliyle kafasında taşıyordu. Karanlık içerisinde ilerledikçe el feneri ışığı daha da sönükleşiyordu. Gökyüzünde ise aydan eser yoktu. Şoför gözlerine güvenmezdi pek ama şimdiye kadar gayet iyi iş çıkarmışlardı. Açıkçası korktuğu ne karanlık ne de belirsiz bir yerden gelen korkunç çığlıktı. Asıl korkusu efendisinin emirlerini yerine getirememek ve ona karşı mahcup olmaktı. Bu yüzden her işi en doğru şekilde yapmaya çalışır, efendisinin hoşuna gitmeyecek davranışlardan her zaman kaçınırdı. Emir aldığı zaman düşünmekten çok yerine getirmeye odaklanırdı. Elindeki fenerin ışığı azaldıkça diğer elinin avuç içine vurarak fenerin son enerjisini de kullanmak istiyordu. Tam fazla uzaklaştığını düşünüp geri dönecekti, gördüğü manzara balçıkla bulanmış ayaklarını yere sapladı. Elindeki feneri yere düşürdükten sonra aklına arkasına bakmadan kaçmak geldi ama yapamazdı. Efendisi hala arabanın önünde, elleri cebinde yardımcısını görevini yerine getirmiş olarak bekliyordu. Elleri titremeye başlayan şoför yalpalayarak son birkaç adım daha attı.

Açıklama

O gün işten döndüğünde işlerin hiç bu kadar karmaşık bir hal alacağını tahmin etmemişti. Arabasından inip eve doğru yürürken o gün yaptığı şeyleri en ufak bir pişmanlık sezmeden tekrar aklından geçirdi.

PAYLAŞ
Önceki İçerikBAYAN HİÇ KİMSE / Öykü
Sonraki İçerikAkıl Biçareydi
Zubeyr Erkam
2 Aralık 1998 İstanbul, Fatih doğumluyum. İlk ve orta öğrenimimi İstanbul’da tamamladım. Üniversite eğitimime Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde devam ediyorum. Amatör olarak yazdığım birkaç dergi yanında lise yıllarında edebiyat kulübümüzün çıkardığı kitapta editörlük görevini üstlendim. Üniversite ile birlikte yazı ve çeviri işlerime hız kazandırdım. Felsefe ve sanatın tüm alt dallarıyla içli dışlı olmayı seviyorum. Nefes alır gibi okuyor, nefes verir gibi yazı yazıyorum. Hala yaşıyorum.