Afallamış bir şekilde etrafını izlerken ön taraflardan uzanan bir el burnunun ucunda bitti.
- Umarım iyisindir. Gerçi hiçbir zaman iyi halini göremedim senin şu uçaklarda.
- Bir şeyim yok. Sadece burnum kanadı.
Karşısındaki adam sinsi bir gülüşle elini geri çekerken, yerine oturmak üzere hareket etti. Burun kanamasından sonra bir de bu gülümsemeyi görmek keyfini büsbütün kaçırmıştı. Uçağın tekerlekleri yere değer değmez derin bir nefes aldı. Diğer insanları umursamadan hızlıca çantalarını alıp çıkmak istedi fakat aynı hostesin uyarısıyla yerine oturmak zorunda kaldı.
Havaalanından çıktığından yağmur, bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Daha dışarı adımını atar atmaz sırılsıklam olmuştu. İlk gördüğü taksiyi eliyle çağırdı ve taksicinin çantalarını bagaja atmasına izin vermeden arka koltuğa atladı. Bir yandan ıslanmış ceketini çıkarıp katlarken bir yandan da taksiciye “müzeye lütfen” diye belirtti. Daha sonra hızlı olması gerektiğini de ekledi.
Şehir şimdi en karanlık haliyle tüm sokaklarını daraltıyor, ıslanmaktan korkan insanları bir bir takip ediyordu. Uzun zamandır burada olmadığını fark edince durup geçmişi düşündü. Kısa bir süre sonra taksicinin ani freni ile uyandı. Ücreti ödeyip hızlı adımlarla müzenin kapısına doğru yürümeye başladı. Yağmur dinmiş yerini serin bir rüzgara bırakmıştı. Uzun taş yolda yürürken üşüdüğünü fark edip adımlarını hızlandırdı. Müzenin dört bir yanını çevrelemiş çam ağaçları iğnelerine kadar ıslanmış, etrafa keskin kokularını yaymışlardı. Bu kokuyu ancak müzenin girişindeki eski kitaplar bozabildi. Kapının önüne geldiğinde büyük ahşap kapı içerden açılmış, derin bir koku ile birlikte ılık bir hava da tüm vücudunu yalamıştı. Uzaklardan ceketini ve şapkasını almak üzere gelmekte olduğunu düşündüğü kısa boylu adamın ayak seslerini işitti. Hızlı ve kısa adımları telaşlı bir ruh halinde olduğunu gösteriyordu. İnce bir gülümsemeyle ufak adamı karşılarken bir yandan da ceketini ve şapkasını öne doğru uzatmıştı fakat aceleyle gelen adam aynı telaşlı hareketlerle:
- “Vaktimiz yok, acele etmeliyiz” diye fısıldadı. Daha neler olup bittiğini anlamadan ön tarafında atılan seri adımlara uyarken buldu kendini. Birkaç dakika sonra yağlı boyaların yanından geçiyorlardı. Gecenin bu saatinde açılan silik sarı ışıklar bütün tabloları olduklarından daha değerli gösteriyordu. Portreler ve doğa manzaraları alışılmadık bir şekilde git gide daha korkutucu bir hal alıyordu. Dalgın gözlerini tablolardan ayırmaya çalışırken birden çift taraflı bir kapının önünde durdular. Kısa boylu adam kapının belirli bir noktasına birkaç defa sertçe vurduktan sonra ağır bir gıcırdama ile kapı açıldı. Kapının hemen ilerisinde aşağı doğru inen büyük aralıklı taş merdivenler bulunuyordu. Korku dolu bakışlarla bir adım geri attı fakat kısa boylu adam sert bir uyarıyla “Hadi!” deyince olanca korkusunu unutup içeri daldı.
Taş duvarların yüzeyinde bulunan garip simgeler keskin soğuğu daha da keskinleştiriyordu. Anlam veremediği bu simgelere uzun uzun bakarken bir yandan da etrafa yayılan küf kokusunun kaynağını arıyordu. Geleceklere yere varmadan önce birkaç karanlık köşeyi aydınlatarak döndüler. Son köşeyi döndükten sonra neredeyse eriyip bitmiş mumlarla aydınlatılmış büyük bir salona çıktılar. İsmini duyar duymaz sağına soluna bakınarak sesin nereden geldiğini görmeye çalıştı fakat gördüğü tek şey kalabalık bir grubun daha önce yalnızca bir kitapta okuduğu bir eylemi gerçekleştirdikleriydi.