Koltuk
Öyle ya bay dahi bankacılarda bu işten kârlı çıkabilmek için senden 5 kat maaş alırlar. Bu parayı dağıtırken ki gülümsemeni görebiliyorum. Ertesi günde Miami plajlarından birinde bir sürtüğün arkasına güneş yağı sürüyor olursun. Kısa bir kahkaha attı. Tıpkı lisede arkadaşlarının yanında yaptığı şakalar gibi bulmuştu bu düşüncelerini. Şu an 17 yaşında ve lise arkadaşlarının yanında olsaydı, bu düşüncelerini onlarla paylaşırdı. Richard kesin kendini zorlayarakta olsa bu laflara gülerdi. Peki ya Steve aman tanrım o çocuk tam bir ruh hastası “Kesinlikle böyle yapmalı” derdi.
Birden bağıracak oldu. Son anda ağzına gelen çığlığı engelledi. Durup dururken yaptığı bu hırsızlık ilk başlarda psikolojisini etkilemeyecek gibi görünse de iş zaman geçtikçe karmaşıklaşıyor kendi kendine düğümleniyor gibiydi. Birçok lükse ulaşmak isteği ona bu soygunu yaptırmıştı. Belki beş yıl sonra yapmak istediği şeylere ulaşması için iki milyon dolar çalmasına gerek kalmayacaktı. Ama o kadar bekleyecek sabrı yoktu. Her gün yaptığı monoton işlerden sıkılmış ve yeni bir yaşama ihtiyaç duymuştu. Bazı insanlar bunun için tatile çıkar, emekli olur, başka bir yere taşınır yâda evlenirlerdi. Ama o iki milyon dolar çalmayı tercih etmişti. Hem de gerekli bir sebebi yokken. Kolundaki saat 12.43 ü gösteriyordu. Hemen oturduğu yatağından kalktı. Gar dolabındaki pantolon ve gömleklerini hızlıca yatağın üzerine atıyordu. Hangilerini yanına alacağını uzun uzadıya düşünemediğinden aralarında sevmediklerini de bakmadan yatağa atmış bulunuyor ama geri koyabilecek zamanı olmadığından buna aldırmıyordu. Beş pantolon ve altı gömlek bir kaç iç çamaşırı üst üste dağınık bir şekilde yatağın üzerindeydi şimdi. Bavula hepsini düzensizce teptikten sonra zorlukla fermuarı çekti ve bir hamlede askısından omzuna geçirdi. Hızlı adımlarla odadan çıktı. Akşam yemek masasının üzerinde bıraktığı Jack Daniels şişesi gözüne çarptı. Bankadan çalacağı parayı planlarken Jack Daniels içtiğini anımsıyordu. David Allan Coe’nun sesi vardı birde. ‘Please come to Boston ‘ şarkısı mıydı? Hatırlamıyordu. Babasının taşralı oluşunu anımsadı ve dudaklarında küçük bir gülümseme yayıldı. Gülümsemek için bile zamanı yoktu oysaki. Evden çıktı.
Müdür Tommy her zamanki mükemmeliyetçi otoriter tavrıyla yaşlı sekreterine seslendi “Hey bazen sana neden maaş ödüyoruz inan çok düşünüyorum Elizabeth” Telefon çalıyordu ve sekreter kadın duymazlıktan geliyordu. Yıllardır yaptığı bu iş artık sıkıcı gelmeye başlamıştı. Bıkkınlıkla telefona doğru yöneldi. Ama müdür Tommy ondan daha önce davranıp kadına bir kez daha azarladı. “Lanet olsun öldüysen kiliseyi arayacağım”
Yaşlı kadın hiç onu aldırmadan telefonu açtı. Bu arada müdür Tommy Freedom bankasının kendine ait tek kapalı odasında koltuğuna oturmuş ve mango aromalı Küba purosunu yakıyordu. Vezne görevlisi Edward telaşla kapıyı çaldı ve beklemeden içeri girdi.
“Affedersiniz Bay Gloser ama endişelenmeye başladım. Lincoln Purple’nin parası hala yatmamış bu durumu öğrenecek olursa bize güveni kalmayacaktır.”
Müdür Tommy purosundan bir nefes daha çekti.
“Parayı ben yatıracağım”
“İyi ama Bay Gloser bu kadar parayı…”
“Sorun değil işinin başına dön”
Peki, ama Brian ne olacak diye düşündü Edward. O milyon dolar hırsızı cezasız mı kalacaktı. Polise durumu bildirmeli diye düşündü. Aptal Tommy böylece en güvendiği çalışanının hırsız olduğunu belki anlardı.
“Peki, efendim ya Brian şey yani polisi aramamı ister misiniz?”
Müdür Tommy soğukkanlılıkla cevap verdi, sakindi.
“Hayır”
Edward çıldırmak üzereydi. Sesini biraz daha yükseltti.
“Efendim iyi ama o para kesinlikle çalındı. Bundan eminim. Brian yok, telefonları cevap vermiyor bu gün evinde de yoktu. Cep telefonu da ulaşılamıyor.”
“Sadece işini yap Edward ve unutma ki senin işin bankacılık, dedektiflik değil” dedi Edward kendi kendine. Belli ki Müdür Tommy çok güvendiği elemanın hırsız olduğunun bilinmesini istemiyordu. Doğru ya o yaptığı hiçbir işten pişmanlık duymazdı. “Lanet olsun lanet olsun lanet olsun.” Edward şimdi kontrolden çıkmış gibiydi. Sesindeki sertlik bir an için Müdür Tommy’nin bakışlarının ona doğru yönelmesini sağladı.
“Peki, Bay Gloser lanet olasıca Brian istediği gibi yaşasın beklide şu an Bahamalara kalkacak olan uçağın içindedir! Ama şunu unutmayın! Siz ona ne kadar güvendiyseniz hepsi boşa çıktı! ÇÜNKÜ BRİAN BİR HIRSIZ HIRSIZ!”
Sekreter bağırış üzerine bakışlarını Müdür Tommy’nin odasına doğru çevirdi. İçerde neler olup bittiğini öğrenmek için maaşının beşte birini verebilirdi. Bir müşterinin dikkati de odaya yöneldiyse de vezne görevlisi yeşil dolarları müşteriye uzatarak kontrolü tekrar eline aldı.
Edward kapıyı kapatmadan dışarı fırladı. Büyük cam kül tablasına bir parça puro külü daha düşerken Müdür Tommy tıslar gibi gülümsedi. Köpek dişleri bir kaplanınınkiler kadardı…
Brian evinden çıkıp sokakta ilk gördüğü taksiye işaret verdi. Bıyıklı bir taksici durdu, arabasına binen müşterinin bir şeylerden kaçtığını fark eder gibi oldu. Tam valizi bagaja koymak için arabadan inecekti ki Brian önce davranıp arka kapıyı açıp valizi içeri tepti. Hızlıca kendini arabaya attı. Taksici dikiz aynasına bakmıyordu. Arkasına da dönmeden görünmek istemiyormuş gibi başını önüne eğdi.
“Nereye efendim?”
“Şu an sadece buradan uzaklaş yeter yolda karar vereceğim”
“Taksi şoförü bir an duraksadı.” diye düşündü içinden.
“Hadi sür şu arabayı”
Taksici isteksizce gaza bastı. Brian rahat nefes almaya başlamıştı. Araba giderken yaşadığı sokağı, her gün gördüğü caddeleri sanki ilk defa görüyormuş gibi farklı gözlerle inceledi. Tanıdık yüzler geçiyordu kaldırımlardan. Ama onlara bakan gözler çok yabancıydı şimdi. dedi bir an kendine ama ses yoktu. Boş bir soru oldu bu, içinde cevap bulamadı havada kaldı. Polis peşimde mi acaba? Sessizlik. Serseri, serseri, serseri… “saçma” diyerek cevap verdi içindeki sese. “elbette öylesin Brian…” “değilim lanet olsun değilim!” Ama içindeki ses ona hala öyle olduğunu söylüyordu. Hiç susmayacakmış gibi bir sesti. Tatlı tonu ama sinsi bir içeriği vardı. Diye düşündü. Eğer öyleyse kendi kendime konuşuyorum, yani deliriyorum. “Henüz değil” Şimdi yanıldığını düşündü ne kadar çılgınca olursa olsun o ses onun beyninden gelmiyordu. Zihnini kontrol edemediğini fark etti. Beyninin ona oynadığı ve kuralları onun koyduğu bir oyun gibi geldi her şey bir an. “SUS ARTIK!” Taksici birden direksiyonu kırdı ve araba büyük bir yalpalamayla sağa doğru sürüklendi. Tekrar direksiyonu kavrayan yaşlı adam birden frene bastı ve büyük bir sarsıntıyla arabayı durdurdu. Başını yine çevirmeden sordu.
“Lanet olsun bayım neyiniz var sizin? İyi misiniz?”
Brian arka koltukta sıkışıp kalmış gibiydi valizine tutunmuş sarsıntıdan kaza oldu zannetmişti. Her şeyin bağırdığı için olduğunu anladı.
“Şey affedersiniz bayım sadece bir an boş bulundum ve bilirsiniz”
“Ücret ödemek istemiyorsan hiç önemli değil dostum ama yeter ki sakin ol lanet olsun ben kalp hastasıyım”
“Hayır, hayır üzgünüm sadece yoğun bir gün geçiyorum ve her neyse devam edelim lütfen”
Taksici müşterisinin duyamayacağı bir şekilde söylenerek yoluna devam etti. Bu arada Brian’nın içindeki o ses sinsice gülüyordu. Sessizlik. Şimdi o ses her neyse bir zihninin bir köşesinde saklanmış gibiydi. Düşüncelerine aldırmıyor sorularına cevap vermiyordu. Ormanın derinliklerine kaçıp giden bir tavşan gibi izini kaybettirmişti. Brian rahatça düşünebilirdi artık. Valizinin fermuarlı ön kısmına baktı. İçinde iki milyon dolar vardı. Aptal psikolojik sorunlarının ortaya çıkışının şu an bu taksinin içinde oluşunun ve nereye gideceğini bilmeden yaşadığı yerden ayrılmasının nedeni olan iki milyon dolar. Hayır, hayır bunu yapamazdı. Ne olursa olsun bu işine büyük bir nankörlük ve çevresine karşı büyük bir utanç sebebi olurdu. Bir an müthiş bir pişmanlık duygusu duydu ve gidip eyalet polisine her şeyi anlatıp teslim olmayı düşündü. Ve ciddiydi. Ama henüz olayın polise yansıyıp yansımadığını bilmiyordu. Diye düşündü. O ara gözleri cama takıldı ve bankanın alt sokağından geçtiklerini fark etti. İnmek istiyordu. “Denge?” Ses aniden saklandığı yerden çıktı. Ama Brian’ın onunla konuşacak vakti yoktu. Araba hızla ilerliyordu. Gözlerinin kamaştığını hissetmeye başladı. Gördükleri bulanıklaşıyordu.
“Durun, durun lütfen inmek istiyorum”
Taksici hiçbir tepki vermiyordu. Sesini duymamış gibiydi.
“Durun bayım durun douuuruun doorruuun bbbayıım!” sesi şimdi zihninde yankılanıyordu. Bayılacak gibi oldu. Şimdi nefes bile alacak enerjisi yoktu adeta, valizine elini korkakça değdirdi. Hissetmiyordu. Çığlık atmaya çalıştı. Sesinin ne kadar uğraşırsa uğraşsın çıkmadığını şimdi fark etti. Kendinden geçti.
Silik bir ses ve puslu bulutlar eşliğinde Brian gözlerini yavaşça açtı.
“Bayım iyi misiniz?”
Cevap vermedi. Yavaş yavaş hala arabada arka koltukta olduğunu fark etmeye başladı. Taksici tekrar şansını denedi.
“İyi misiniz efendim? Eğer değilseniz hastaneye gidelim”
Hastane lafını duyunca genç adam kendine geldi. Hastaneler bir suçlu için uygun yerler değildir diye düşündü. İyi ama saat kaç neredeyim? Ne zamandan beri uyuyorum? Neden bayıldım? Aklına sorular ardı ardına sıkılan kurşunlar gibi sert ve acımasızca geliyordu. İlk defa o an içindeki sesin ona cevap vermesini istedi. Delirdiği umurunda bile değildi sadece o sesten sorularına cevap vermesini istiyordu. Öyle olmadı ama yaşlı taksici sanki içindeki düşünceleri duymuş gibi ona açıklamaya başladı.
“Bayım yaklaşık yarım saat önce bayıldığınızı anladım arka koltukta şehirden 5 kilometre kadar uzaklaştığımız anda bunu gördüm. Şansınız var ki hemen ilk müdahalemde ayıldınız. Sizin gibi çok az müşterim olmuştur. Biz taksiciler doğru davranmalıyız, arabamıza binen her kim olursa olsun bize düzgün davrandığı sürece tek yapmamız gereken onu istediği yere ulaştırmaktır”
Brian doğruldu. diye düşündüyse de sonradan taksicinin bir şeyler ima etmeye çalıştığını anladı.
“Bayım bir hastalığınız olduğunu düşündüğümden valizinizde ilaç aradım. Bayım size yemin ederim ki sizin paranız ya da yaptığınız hiçbir şey beni ilgilendirmiyor”
Brian taksicinin parayı fark ettiğini anladı. Bununla kalmayıp taksici şimdi Brian’dan korkuyor onu öldürmemesi için yalvarıyor gibi konuşuyordu. Gülmek istedi o an. Taksici onu yoldan çıkmış bir suçlu gibi görüyordu belli ki.
“Bayım beni affedin ama şehirden kaçtığınızı düşündüm ve şehir dışında tanıdığım bir otele doğru ilerledim. Bakın çok üzgünüm sanırım bütün planınızı kendime göre değiştirdim ama cidden üzgünüm…
“Bir önemi yok dostum. Zaten tam olarak nereye gideceğimi bilmiyordum. Neden bayıldığımı da bilmiyorum sanırım bu hırsızlık biraz çarptı.
Brian o anda gülmekten ölebilirdi. Çenesini sımsıkı tutuyordu gülmemek için. Taksicinin bu halini görünce onunla dalga geçmeden edemedi.
Devamı Gelecek…