Yeni yılın yaklaştığı günlerde seçtiğim kartpostallara senin adını yazardım. Gerçekten değil tabi, yalancıktan. Kafamda yazardım, isminin yakıştığı satırı hayal ederdim. İsmini öyle çok severdim ki… Şiirsel armonisini yüksek sesle tekrar ederken kalbim daha hızlı atmaya başlardı. Yüzünü hatırlamaya çalışır, seni bir kez daha görmeyi umut ederek soluğu sokağında alırdım.
Evinizin kapı numarasını kırk kere tekrar ederdim, kırk kere, hadi çık cama bak bana diye tekerleme söylerdim. 13 yaşımın bütün arzularıyla, 1978 yılının o bitip tükenmek bilmeyen karlarının altında, okulun yeniden açılmasını beklerdim. Sömestr tatilini tam iki hafta uzatmışlardı. Okul bir aydır kapalıydı. O yağan güzelim karların yumuşak beyaz örtüsü, benim yüreğimde erimeyen bir hasretin örgüsüydü. Kartopu oynamak dışında hiçbir şey derinleşen özlemimi yerine koymuyordu. Kırmızı beremi taktığım gibi mahalledeki karları topluyor, kırmızı eldivenlerimin arasında onları birleştiriyor, kimsenin canını yakmadan, kardan küçük adamlar yapıyordum. İki tane yapıyordum, yan yana yüzleri birbirine bakan. Tıpkı sana yılbaşında gönderdiğim isimsiz kartpostaldaki gibi gülümsüyorlardı…
Birbirine âşık bir tane kardan adam, bir tane kardan kadın…
Hayal ederdim beni sevdiğini. Benim seni düşündüğüm gibi senin de hep beni düşündüğünü, seni özlediğim gibi senin de beni özlediğini, yalnızca hayal ederdim.
Lapa lapa yağan karı penceremde izlerken, her birinin cama çarpıp eridiğini gördüğümde içim ezilirdi. Sanki dünyaya gönderilmiş melekler gibiydi her biri. Kirlenen dünyayı temizlemek, yeniden yeşertmek, sevgiyi toprağa ekmek için tanrının gönderdiği birbirine benzemeyen milyonlarca melek inerdi gökyüzünden. Ben o melekler kaybolmasın diye toplayıp kardan adam yaparak, sevginin kalıcı olmasını sağlıyordum işte. Bir masal kahramanı gibiydim, insanlığı kurtarmak için donmuş ellerimle hiç durmadan karları toplayarak onlardan ins-an yapmakla meşguldüm…
Eve döndüğümde el ve ayak parmak uçlarını hissetmez hale gelirdim. Sobanın arkasında ellerimi boruya değdirmeden ısıtmaya çalışırken, paltomda birikmiş karların halının üzerinde bıraktığı küçük ıslaklıkları parmağımla halıya yedirmeye çalışırdım. Ev bir anda ıslaklık kokar, sobaya damlayan damlalar sıçrar ve su buharı olarak havaya karışırdı.
Suyun bu esrarengiz yolculuğu bana yine insanı düşündürürdü. Bir gün havaya yükselen su buharı olacağımı bilir, şimdiden derdine düşer hayıflanırdım.
Korunmanın mümkün olamadığı bu dönüşümden kendi payımı alırdım. Saklanacak bir yer olmalıydı, karların erimeyeceği, insanların ölmeyeceği, tabiatın yok olmayacağı bir yer, mutlaka olmalıydı…
Kardan adamları çok derinlere gömersek belki hiç erimezlerdi. Buz dağlarından bir ülkede yaşayanlar, evleri buzdan olanlar, buz üzerinde kayarak okula giden çocuklar ne kadar da şanslıydı. Hiç kar tatilleri olmamıştı…
Sevdiklerinin hasretini çekmeden hep karın altında sevdikleriyle birlikte yaşıyorlardı…
Sıcacık bir yazı Betül Hanım tebrik ederim🌹
Çok teşekkür ediyorum, mutlu seneler…