Ben düşlere düştüğümden beri yoruyorum, yoğuruyorum. Zamanı kollamadan gelen ansız hayallerin ritmiyle boğuşuyorum. Pencerenin kıyısından bakıyorum gözümün önünden düşüp savrulan uçuşanlara. Avare avare gezen bir uçak nasıl düştüyse önce hızlı sonra aheste aheste öyle aklıma düşüyor işte. Üzerime asla olmayan belimi kavramayan bir pantolonun düşmesi gibi sıyrılıveriyor üstümden. Hayatımın odacıklarındaki kuytulara dağılan her bir kısmı derlemeye çalışırken buluyorum kendimi. Onlarla belendiğimi, onlarla yalpalandığımı görünce onlarla düşüp kalkmaktan usanmayacağım acı bir memnuniyet yerleşiyor zihnime. Hani yağmur yağar da camdaki buhuru görmek istemezsiniz, silersiniz yağmur damlalarını en uzağı en netliği görebilmek için öyle yaklaşıp öyle uzaklaşıyorum işte… Korkuyorlar önce huzura çıkmaktan, küçük düşmekten, rezil olmaktan ama bilmiyorlar üzerine düşmekten inşa olmadığını. Yıllanıyorlar çiğ düşüyor üzerlerine saçlarına kır düşer gibi. Halbuki kimisi çetrefilli kimisi ucu bucağı olmayan yürek hoplatan hevesli hareler, kimisi de ara ara gönle düşen bazen acıtan bazen sızlatanlar olarak yola düşmeyi ihmal etmiyorlar. Düşünceyi düşünmeyi rahat bırakmayıp yorganlara bürünüp büzülüp yola çıkan yosunlaşmış yorgunluğu yoğuran yokluk, sessiz sesiz ilik ilik ilerlemeyi kuytuların kundağında sakınıp saklamayı başarırken bile. Kar düşüyor böyle olunca zihnime çığ düşer gibi, hayallerin karsı tarafına denk düşer gibi… Yorgun düşüyor kelimeler, zayıf düşüyor cümleler anıların esir düşmesi gibi işte. Bir şehrin savunmasını tamamlayamayıp düşmesi, bir fikrin kötü yola düşmesi, ünlü bir adın tarihlere düşmesi, coşkulu bir haber verirken telefonun düşmesi, yüreklere ateş düşmesi, alışkanlığın damarlarına sirayet edercesine düşmesi gibi birbiri peşine düşerek arkaya öne sağa sola sıralanıyorlar sıradanlığa düşer gibi. Bakarken bir çocuğun ateşi düşüyor yine, bir zengin fakirliğe düşüyor aldanarak. Hızı düşüyor enflasyonun, altının. Zaman aşımına uğruyor tesadüflerle uygun yere düşenler. Kalem kağıda nasıl düştüyse…