Yazar Frances Stonor Saunders’ın, “CIA ve Kültürel Soğuk Savaş” adlı kitabında, Amerikan gizli servisinin Pollock’un ve diğer soyut resim çalışan ressamların eserlerinin dünya çapında sergilenmesini sağladığından bahseder. Yazar üç yıllık bir araştırma sonucu yazdığı bu kitap 2000 yılında Gladstone Tarih Ödülü’nü kazanmıştır.
Jackson Pollock hakkındaki iddialar daha önce başlamıştı. İddiaların temelinde Pollock’ın 1938-1942 yılları arasında giderleri devlet tarafından karşılanan WPA Federal Sanat Projesi kapsamında çalışması da gösterilmişti. Bazı eleştirmenlere göre Pollock ismi Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’ne karşı kültürel üstünlüğü ispatlamak için büyütülmüştü.
Çünkü yıllardan beri “Amerikan sanatı” gerçeği oluşturulamamıştı. Amerika’daki sanat öncüleri de Avrupa’dan devşirilmiş isimlerdi. Ancak bu isimler ne Picasso, ne Matisse, ne de Braque seviyesini yakalayabilmişlerdi.
ABD’li Ressam Jackson Pollock
ABD topraklarında doğup büyümüş ressam görmek zorlaşıyordu. Guggenheim’in çabalarıyla ABD hükümeti, Pollock’a sahip çıktı ve burslar, ödenekler , özel eğitim programlarıyla onu destekledi. CIA tarafından finanse edilmesi, sanatçı hakkında sonu gelmeyen tartışmalar başlatmaya zemin hazırladı.
Saunders’in kitabında bahsettiği gibi, Amerikan gizli servisinin Pollock ve diğer soyut ressamların eserlerinin dünya çapında sergilenmesi işe yaradı. Sovyet sanatı Batı’da gülüp geçilen bir şaka haline gelirken, sanatın yeni başkenti New York oldu.
Ancak Pollock’ı tüm bu gelişmelerin dışında tutmak gerekir. Bir ajan olamayacak kadar bunalımda olan biriydi. Ayrıca alkolün esiriydi. Çevresinde dönen tüm dolaplardan habersiz kendi dramını yaşayan bir sanatçıydı.
1930 yılında Thomas Hart Benton’un öğrencisi oldu.
Pollock sanat hayatına başladığında hocasını taklit etmeye çalıştı, sonra tam zıt yöne soyut resme yöneldi.
Bu arada büyük alkolizm sorunuyla başa çıkmaya çalışıyordu. İçine düştüğü depresyonla mücadele etmek için psikoterapist yardımı almaya karar verdi. Psikanalist C. Junk’un arketip teorisiyle tanıştı. Yıllar içinde bu bilimsel teoriyi sanatına taşımayı başardı.
1936 yılında Meksikalı ressam D. Alfaro Siqueiros deneysel atöylesinde sıvı boyanın kullanımını tanıttı. Sıvı boya kullanımından ilham alan Pollock ilerde yapacağı resimlerde damlatma tekniğini kullanacaktı.
Pollock’un olgunluk döneminin başlangıç eserlerinde arketip göndermesi yapılan Kızılderili motifleri göze çarpar. Arketipler her insanın kafasında yerleşiktir ve zihinde bilinçsizce görüntüler yaratır. Bu görüntüler, tüm insanların hayallerinde ve her insanlık kültürünün mitlerinde görülür. Felsefede özel örnekleme, sembolik anlatım gibi karşılıkları bulunur. Kızılderili sanat tekniklerinden esinlenerek, adım adım kişisel bir resim dili yaratma dönemine girdi. Kızılderililerin kumlama tekniğinden esinlenerek, yere koyduğu büyük tuvallerin etrafında dönerek çalışıyordu. Batının klasik şövale ve fırça kullanma geleneğine meydan okudu. Resim yaparken sertleşmiş fırçalar, sopalar, büyük şırıngalar ve en farklı olarak da vücudunu kullanıyordu.
1943 yılında Guggenheim evinin duvarı için Pollack’a resim siparişi verdi. Resmin eni altı, boyu iki buçuk metre olacaktı. Guggenheim’in danışmanı ve arkadaşı Marcel Duchamp’ın önerisiyle duvarın kendisi değil tuval boyandı. Sanat eleştirmeni C. Greenberg resme ilk göz attığında “İşte büyük sanat ve Pollock bu ülkenin yetiştirdiği büyük ressam” diye düşüncelerini ifade etti.
1943 yılında Guggenheim galerisi ile sözleşme imzaladı ve ilk sergisini açtı. Böylece hamisi ve menejeri Guggenheim, onun eserlerini seçkin zümrelere tanıttı.
1945 yılından itibaren en verimli çalışmalarını gerçekleştireceği Long Island yakınlarındaki köy evine taşındı. Siqueiros atölyesinde yaptığı sıvı boyanın spontane kullanımı denemelerini burada gerçek teknik haline getirdi. Boya dökme ve damlatma tekniğini uygularken resmin içinde olduğunu ve değişiklik yapmak, imajı yok etmek gibi korkularının olmadığını, kendisinin de resmin bir parçası olduğunu söylüyordu.
Bir anda büyük üne kavuşan Pollock birçok kişisel sergiye imza attı. 1949 yılındı Life dergisi Jackson Pollock’un “kendi çağdaşları içinde en önde geleni” olduğunu ilan ederek ününü pekiştirdi.
Eserlerinin yoruma açık oluşu, onların sürekli eleştirilmesine neden oldu. Fakat sürekli değişen zevk anlayışına karşın Pollock’un resimleri güncelliğini korumaya devam etti.
1955 yılında resim yapmayı bıraktı ve 11 Ağustos’ta kullandığı aracıyla kaza yaparak hayatını kaybetti.
Geride bir çok tartışmayı bırakarak bu dünyadan ayrıldı. Tuvalin etrafında gezinerek vücudunu da kullanarak uyguladığı boyama teknikleri hem çağdaşlarını hem de sonraki kuşaklar için esin kaynağı oldu. Soyut ekpresyonizmin en önemli temsilcisi olarak sanat tarihindeki yerini aldı.
Yukarıdaki resim yazısı resim meraklılarının ilgisini çekecek başlık ve giriş paragrafıyla devam eder. Resimle uğraşanların ilgisini çekecek bölüm Pollock resimlerinin çıkış noktasını anlatan arketip bölümdür. Daha sonraki tarihlerin verildiği bölümler genel gazete ve dergi okuyucusunun okuyacağı tarzda genel bilgi niteliği taşımaktadır.
Merak eden okuyucular, diledikleri bölüm için internetten daha detaylı olarak arama yapabilirler. Bu yazı ilgilisi için bir kapı açmak için yazıldı.