İstanbul’dan sana mektup var
Dile geldi sonunda
Vuslatına bezgin bakışlar fırlatan şu boğaz
Kızkulesi, Sarayburnu ve Surlar
Yokluğunda
Karanlığa gömülmüş gözbebeklerime vuran tek ışık
Yine âşık bir İstanbul akşamı
Boğazda vapurlarla yarışan martıların
Kanatlarından güneşin bahşettiği kadar
Ve İstanbul’dan sana mektup var
Bu kadar bekletmenin ve ıstırabın
Olmalı elbet ve belli ki bir sebebi var
Gözyaşları ay ışığıyla yakamoz dansı yaparken
Eski İstanbul’un boş sokaklarında
Geçen her tramvayın ardından
Dalgın bakan bir çift göz var
İstanbul’dan sana mektup var
Her kalkan vapurda telaşla Sirkeci’den
Ve her homurdanarak kımıldadık ta Gar’dan tren
Camından yahut tırabzanından
Sana uzanan umutsuz bir el var
İstanbul’dan sana mektup var
Mutsuz veya umutlu cümleler yazmaktan bezgin kalemlere
Şu Ramazan akşamı iftar olsun sevda yüklü satırlar
Divan Yolu’ndan koşarak insin bir buket tebessüm
Sultanahmet, Ayasofya sevinçten haykırsın
Avazının çıktığı kadar
Mana dolu mahyalarla aydınlanırken Fatih’in minareleri
Bir mahyada aşkın yaksın gönlün kubbelerine manidar
Ve İstanbul’dan sana mektup var
Cağaloğlu yokuşunu tırmanırken bir yorgun beden
Çöktü kesme taşlı kaldırımların başucuna dedi “Yar!”
“Gel, kaldır, tut ve götür gidebildiğin yere kadar”
Tophane’den yetişemiyor nargile kokuları uyandırmaya
Hayata küsmüş şu gözlere bari sen et nazar
Ve saat kulesi yoruldu artık yokluğuna an vurmaktan
Gel durdur zamanımı ömrünün yettiği kadar
Kalan şu son dermanla yazılmış parmaklarla
Ve içinde bin deste hasret
Sana İstanbul’dan mektup var