Mutlu bir sabaha uyanmıştı oysa. Nedensizce mutluydu hem de, tuhaf bir enerji vardı üzerinde. Kahvaltı yaparken televizyonu açtı haberlere bakmak için. Aslında haberleri merak ettiği yoktu da hava durumu, trafik gibi bilgilere denk gelirse seviniyordu. Yıllar önce, şu an izlediği haberlerden herhangi birine denk gelse değişik duygulanımlar yaşayabilirdi ama alışmıştı artık. Kadın cinayetleri ve savaş haberlerine denk gelirse küfür ederdi yalnızca. Yıllar içinde küfrün de bir tepkiselliği kalmamıştı.
Giyindi ve evden 10 dk erken çıktı. Bu enerjisine kendisi bile şaşırmıştı. Yolda arabasıyla giderken bir anda trafik başladı. Anlaşılan kaza olmuştu, hayra alamet değildi bu trafik. Üstelik bir damla yağmur yağmamıştı. Dura dura ilerlerken kazanın olduğu yere geldi. 3 araç birbirine girmişti. Bir sürü ölü olmalıydı. Oradan sonra trafiğin seyri normale döndü. Yine de geç kalmıştı işe ve trafikte bütün enerjisi bitmişti. Hemen ofisine geçip çalışmaya başladı. Proje teslim tarihleri yaklaşıyordu. Bilgisayarını çalıştırdı ve kendine gelebilmek için birkaç oyun oynamaya karar verdi. İlk oyunu oynarken geç kaldığı için onu azarlamaya gelen müdürüne yakalandı ve iki kat fırça yedi. Anlaşılan bu şirkette çalışmaya devam etmesi bu saatten sonra işkenceden farksız olacaktı. Neredeyse 7 yıldır böyle düşünüyordu ama bir şey yaptığı yoktu. Hatta geçen senelere kadar azarlanmaktan zevk aldığını düşünüyordu.
İş çıkışı eve geri döndü ve ılık bir duş alıp uyumaya karar verdi. Duştan sonra uyumak için yastığa kafasını koyar koymaz üst kattan gelen çığlıklarla irkildi. Üst komşunun karısını dövdüğünü ve bu gürültüyle uyuyamayacağını hemen anladı. Aslında şiddete karşıydı ama onlar aileydi ve aralarına giremezdi. Birkaç küfür edip kendisini dışarı attı. Yolda dilenen çocuklara ise bakmıyordu artık. Ya da karnı aç olan, ya da bir şeyler satmaya çalışan çocuklara… Biliyordu çünkü, alayı zengindi onların! Aslında bilmiyordu ama duymuştu bir yerlerden. Bacağına yapışan ve mendil satmak isteyen küçük kız “Almayacaksan karnımı doyursana!” dediğinde, “Dilenme, çalış!” demişti bir keresinde. Çalışmak çok önemliydi çünkü ona göre. Küçücük kızın ne işte çalışabileceğini hiç düşünmemişti. Hala da aynı sözleri söyleyeceğini düşünürdü.
Hikayemizin kahramanı hakkında bildiğimiz başka bir şey yok. Sadece hayatı boyunca değişik hiçbir şey yapmadığını ve 5 yıl sonra intihar ettiğini biliyoruz. Kendisini hikaye yapan kısım da bu. Ne cinsiyetini ne yaşını biliyoruz. Ama ne kadar yalnız ve sorgulamayan bir insan olduğunu biliyoruz. Ne kadar renksiz bir kişiliği olduğunu biliyoruz. Böyle bir insan intihar gibi eylemi gerçekleştirme cesaretine nasıl sahip oldu? Ya da tüm hayatı gibi sorgulamadan mı ihtihar etti? İşte beni meraklandıran soru bu!
Kafka bu konuda; “Ölüm arzusu, bilgeliğe kavuşulduğunun ilk belirtisidir. İçinde bulunulan yaşam katlanılmazdır, başka bir yaşam ise, ulaşılamaz. ” demeseydi bu hikayenin cevapsız sonunu hiç merak etmezdim. Belki de kahramanımız o kadar bilgeydi ve o kadar sorgulayan bir insandı ki hiçbir şeyi eyleme dönüştüremiyordu. Yoksa bir hayat koca bir yalnızlıkla nasıl geçebilir?
Yoksa hepimiz mi hikayenin kahramanıyız? Dostlarımızın arasında bile yalnız hissederken, hiçbir şeye şaşırmıyor, tepki vermiyorken ve dahası hayatlarımızı çok güzel gibi pazarlamaya çalışıyorken… Kahramanımız belki de o kadar bilgeydi ki, bunların hiçbirisine ihtiyaç duymadı. Zaten yalnızdı, sıkıcı ve sıradandı. Bunları bilerek yaşadı ve kendini öldürmek istedi. Ne dersiniz, belki de bizlerden sıkılmıştır…