Andre Alexis’in ‘Tanrılar Zar Attığında’ adlı kitabı üzerine yazılmıştır.
İki tanrının bir barda sarhoş oldukları sırada girdikleri bahisle ile hikâyemiz başlar. Toronto’daki barda Apollo ve Hermes insanlık üzerine koyu bir sohbetin ardından düşüncelerini birbirlerine kanıtlamak için Hermes’in “hayvanlarda insan aklı olsa nasıl olurdu” soru önerisine karşılık bahse girerler. Sonra yürürken karşılaştıkları veteriner kliğinin arka barınağında bulunan on beş köpeğe insan bilinci üflerler. Gördükleri farklı rüyalarla değişimin bilinciyle uyandıklarında her şey bambaşkadır. Aslı Tohumcunun hazırladığı, D. İmra Gündoğdu’nun çevirdiği Tanrılar Zar Attığında adlı fantastik eser Nora Kitap etiketiyle raflarda yerini aldı. Sosyal konum ve fiziksel ihtiyacın doğuşuyla aralarındaki ortak dilin yitişi kavramsal bir döngüye yerleştirilmiş. On beş köpeğin her biri mutsuz bir sona sürüklenmesi iletişim boyutuna hem mitolojik hem de fantastik bir yaklaşım sunmuş Andre Alexis.
Tanrılar Zar Attığında, en dikkat çekici kısmı “dil”dir. On beş köpekten en son kalan ve diğerlerinden farklı olarak sonu mutlu bir ölümle biten köpek Prens’in dil üretme çabalarını sembolik olarak yaklaştığımızda aslında yazarın üzerinde durduğu sorunlara karşı bir çözüm önerisi fısıldıyor. Bir başka pencere açtığımızda günümüzde modern dil yapısında yer alan açmazları, bağın zayıflığı ve iletişimin güçlü kılan yanlarını da dillendiriyor. İnsan bilincine sıkı sıkı sarılan ve bunu “dil” ile yüceleştiren tek köpek Prens olur.
Sürünün diğer köpekleri benliklerine sadık kalmak için savaşırlar. Bu savaşımın doğurduğu güçlüklerle boğuşurken can verirler. Özellikle Prens’in yarattığı kelime oyunlarına karşı derin bir nefret biriktirirler. “Frick ve Frack’e kalırsa, Prens köpeklik ruhunu öldürmeye niyetliydi.” Kelimeleri kullanmanın ötesinde duyulan nefretin Prens’in köpeğin ötesine geçiyor olmasıdır. On beş köpeğin içinden sınırları ihlal edip sahip olduğu gücü yaşatan da Prens’tir. Sürünün diğer köpekleri yeryüzünün tuhaflıklarıyla köpek benliklerini koruyarak ayak uydurabilecekler midir? Bu durumda ortaya çıkan sorun ise, kendi türüne yabancılaşarak korunmasız bir şekilde yaşama çabasının nasıl olacağı kaygısı vardır. Sık sık yineledikleri sorudur. “Kendi türümüze yabancılaştık nasıl yaşayacağız?”
“İçimizdeki kelimeleri nasıl sustururuz?” diyen Atticus, ait olmayan köpek, köpek değildir düsturuyla sürünün diğer köpeklerine tuzak hazırlar. Hazırladığı ölüm tuzaklarıyla aralarından üç köpek yiter. Dördüncü köpek ise ağır yaralı bir şekilde ölüme terk edilir. Ancak bir sabah fark edilir ve ardından sahiplenirler. Sahibi tarafından konulan Mecnun’un yeni ismi Lord Jim olur. Ağzından düşen “evet” kelimesi karşısında sahibi Nora’yla diyalogu başlar. İnsanların tehlikesi karşısında daima korunma içgüdüsüyle yaşar Mecnun. İktidar kapısında daima gücün lehine işleyecek bir düzen vardır. Bu düzeni sorgulayan, sorgulatan Mecnun’dur. Bu düzeni insanlığın olduğu yerde gördüğümüz gibi sürüde de görürüz. Bu durumda köpek taklidi yapan köpek, insan taklidi yapan insan olup çıkarlar ortaya. İki tanrının köpeklere bahşettiği “insan aklı” ile şiddetin mantık dışı eylemlerin sergisi olur.
Gücün zayıflığa ihtiyacı olduğu nokta daima diline sarılan ve dil ile umutlarını fitilleyen Prens’in yazdığı şiirler de vardır. Kendisi dışında kimsenin kalmaması ürettiği dilin devamlılığını olmaması anlamına gelir. Farklı diller duymak ve konuşmak isteyen Prens’in asıl üzüntüsü bu noktada derinleşir. “Kendisinden başkasının fikirlerine sağır” olan bir dünyada yaratım gücüne inandırılırız Tanrılar Zar Attığında.
Her bir tanrının kendince görevleri olmasına karşın iktidar hissiyatına çabuk aldanırlar. Bu aldanış sadece tanrılar dünyasında değil, insanların ve hayvanların dünyasında da bariz belirgindir. İfade etme biçimi farklıdır o kadar. Bu iktidara kafa tutan Prens, daima yalnız kalsa da peşini bırakmadığı dil sayesinde var olur. “Aslına bakarsanız, Prens son şiirlerini yazdığı sırada, dünya üzerinde o şiirleri anlayacak son varlıktı; sürüsünün dili neredeyse var olduğu hızda yok oluyordu.”
Bahsi kazanarak kardeşini cezalandırmak isteyen Apollo’nun kötülüğü karşısında Prens kör ve sağır olur. Bedensel işlevlerini yitirmesine rağmen zekânın keskinliği sayesinde şiir yazmaya devam eder. Andre Alexis’in kaleminde muntazam bir döngüye dönüşen kurgunun şefkati altında bize şu soruyu iliştiriyor aklımızın yakasına. “İnsan aklı bir ödül müdür yoksa ceza mı?”