Hikâyelerimizin Müziği, Çocuk Gözüyle 2
Yalnızca koca bir boşluk, dipsiz bir karanlık… Uçurum bu mu? Ya ayrılık? Uçurum buysa ya ölüm? Yardan aşağı yârin gölünden yuvarlanmak mı tepetaklak, neresinden gelirse nereye inerse artık?
- Koşmayın çocuklar, düşeceksiniz alimallah uçurumdan aşağıya… Hem orası karanlık gelin bu tarafta oynayın… Hey! Duyuyor musunuz size söylüyorum?
İyi de ben çok korkuyorum, oynamak istemiyorum ki, buraya gelmek de istememiştim zaten. Evde otursaydık keşke, çekirdek çitlerdik terasta– ben çitleyemiyorum ama olsun yine de– radyo dinlerdik, polis radyosunu seviyorum en çok ben, bide meteorolojiyi… Kısa dalgadan başka bir kanal çekmiyor bizim evden. Bütün gün şarkı çalıyor. Camın önüne oturtuyor teyzem beni, sokaktan geçenlere bakıyorum… Hava güzel olunca küçük balkona bile çıkartıyor… Keşke evde olsaydık şimdi…
- Acıkmadınız mı siz hadi gelin bir şeyler yiyin… Yavaş olun yavaş, masayı devireceksiniz.
- Koşturmaktan başka bir şey bilmiyor bu zamaneler…
- Ay sorma bacım, bütün gün evdeler ya başım çatlıyor bunların bağırtısından. Akşam olunca iyi ki Erenler tepesine çıkıyoruz, nefes alıyorum biraz. Geçmez bu yaz geceleri başka türlü…
Ben yemek yemek de istemiyorum. Acıkmadım ki, yemeyeceğim işte, eve dönmek istiyorum ben. Karanlıktan korkuyorum. Bu çocuklardan da korkuyorum. Geçen gün koşarken çelme takmıştı şuradaki bana. Yüzükoyun kapaklandım yere, dizlerim kanadı. Çok kızdı annem, pantolonum yırtıldı diye…
- Hadi gel kör ebe oynayacağız, sen ebe olacaksın tamam mı? En küçüğümüz sensin.
- Iıgıh…
- Hadi gelsene, sen gelmezsen kim ebe olacak başka.
Oyun oynamak istemiyorum ben. Hele körebe oynamak hiç… Ebe olmayı hiç mi hiç istemiyorum. Kapatmayacağım işte gözlerimi, sizin o çirkin kokan mendilinizle… Çevremde koşup, gülüyorsunuz alaylı bana. Bir dokunup bir kaçıyorsunuz… Göremiyorum sizi, tutup kollarınızdan yakalayamıyorum. Hep kaçıyorsunuz… Bu oğlan düşürür zaten yine beni, bu sefer döver annem… En iyisi hiç kalkmayayım ben buradan…
- Gelmiyor değil mi? Korkak o korkak… Karanlıktan korkar o. Gelmezse gelmesin biz oynarız.
- Tamam tamam burda otur sen, bibaşına, uçurumun kenarında…
Uçurum mu? Uçurum bu mu? Uçurumdan uçururlar mı beni? Uçurtmam uçurumdan uçar mı peki? Ben nasıl uçmadan buradan kalkacağım şimdi?
Akşamdan geceye dönerken gün, ay ışığını bekler yeryüzü, görmek için kendi iç yüzünü… Pikaba bir plak konulur, çıtırtısı duyulur, iğnenin boşluktaki bir iki atlaması ardından nihayet, nihavent makamında ki şarkı… Zeki Müren’in sesinden… Aşkın o en ince sevincinden…
İnleyen nağmeler ruhumu sardı
Bir rûyâ ki orda hep şarkılar vardı
Uçan kuşlar, martılar
Yeşil, tatlı bir bahâr
Gülen, şen sevdâlılar vardı
Arzular orada, zevk oradaydı
Bir deniz ki aşk dolu dalgalar vardı
Uçan kuşlar, martılar
Yeşil, tatlı bir bahâr
Gülen, şen sevdâlılar vardı
Çay bahçesinin ampulleri yandı… Renk renk kırmızı, yeşil, mavi, sarı…
İnleyen nağmeler ruhumu sardı… Beni alıp rüyalara attı, renkli sinemaskop, eğlenceli… Tıpkı yazlık sinemasındaki gibi… Bizim burada olmayan martılar, yalnızca deniz de mi yaşarlar? Denizin resmini göstermişti bir kez abim. Coğrafya ödevi için kesmişti gazeteden. Renkliydi üstelik… Onun için alınmıştı gazete zaten…
Masmavi kocaman bir suydu, ortasında bir kule İstanbul ‘un… Orada yaşamalı demişti abim. Anlatmıştı bize uzun uzun… Her şey varmış orada. Bizim buradaki gibi bir tane pastanesi yokmuş. Bir tane okulu, bir tane bakkalı, bir tane hamamı… Orada her şeyler çokmuş. Denizin üstünde giden araçları varmış adına vapur denilen…
Elektrikle çalışan otobüsleri varmış… Bir varmış bir yokmuş…
Bizde bir tane otobüs var, şehre giden…
“İnleyen nağme” ne demek bilemedim ama bu şarkıyı çok sevdim. Hiç görmediğim İstanbul gibi, martılar gibi, deniz gibi sevdim. Sevindirdi beni, korkmuyorum artık karanlıktan, uçurumdan… Hatta bu çocuklardan… İşte çıkıyor ay yerinden, yükseliyor yavaş yavaş… İçim aydınlanıyor, seviniyorum birden… Gözlerim kapanıyor…
Uçan kuşlar, martılar
Yeşil, tatlı bir bahâr
Gülen, şen sevdâlılar vardı…
Huzurlu bir uykuya daldı…