‘’Tarihin asıl kahramanları, hiç bilinmeyenlerdir.’’ der Dostoyevski, binlerce yıllık bir özet geçercesine. Hükümdarların ihtiraslarına kurban gitmiş nice künyesiz askerler, dereyi geçenlerin kaymaması için iri taşları çıkaranlar, ya da dereden rahat geçsinler deyü o taşları oraya bırakanlar, ve hatta sanatçılarına ‘’konu mankeni’’ olmuş nice kadınlar, erkekler.. Kimilerinin rehberi niyetti, kimilerinin şöhret, kimilerinin felaket…
İnci Küpeli Kız… Nam-ı diğer, yine İnci Küpeli Kız. Hep ama hep İnci Küpeli kız. Zira isimsizler hep ‘şey’lerle, ‘eşya’larla ve teşbihlerle anılır. Ne Mona Lisa gibi bir adı, ne de efsanevî Jan Dark gibi şanı vardı. Döneminin çoğu resimlerine zıt bir yönde, erotikten yoksun, bir manastır talebesini andıran kız. Venüs’ün anadan üryan hâlinden, Mona Lisa’nın bir tepeyi andıran gerdanından, Jan Dark’ın elbiseyi yırtarcasına dışarı salınan göğüslerinden eser yoktur onda. Yalnız çocuksuluğunu andıran bir kırmızı boya dudaklarında, ve küpenin bir kanca misali tutunduğu kulak memesi.
Yüzyıllar sonra “Kuzeyin Mona Lisası” olarak tanıtıldı sonra. Hollandalı Mona Lisa. İsimsizlerin kaderidir bu. Hep gölgelerin altında hayat bulurlar, fakat bilinen gölgelerin kendisi olur.
Yaratıcısı, ressam Johannes Vermeer çoğu tablosuna olduğu gibi, ona da bir tarih vermedi. İnci Küpeli Kız’ın bir yaşı bile yok. Sadece şunu biliyoruz; tablonun kendisi bir dönem bakımsızlıktan deforme olmuş. Hafif çatlamalar, kabarmalar… Bu bile soldurmamış İnci Küpeli Kız’ın gül cemâlini.
En alttakiler her şeyi var edenler olsa bile isimleri hiç bilinmez. İnci Küpeli Kız bence isimsiz kahraman olan herkesi temsil ediyor.