Gözlerini açtı.
Suyun sesine kulak verdi.
Sessizlik benliğini sarmıştı.
İçi dışı sessizdi.
Dili yoktu.
Silik bir zamanından izlerinden kopan yalnızlık esintisiydi onunkisi.
Parası vardı evet.
Mutluydu.
Birden fazla işi vardı.
İyilik satan sokak müzisyenlerinden farkı yoktu.
Her şey paraydı onun için.
Aşk YOK.
Taş YOK.
Yaş YOK.
YOKluk içinde yüzüyordu aslında.
Mutluluk onun için kazanmanın daniskasıydı.
Hep bir bahane vardı aklında: Onun gibi olmak!
Kendini kaybetti oysaki.
Kendi kötü müydü?
Ya da kötü olmak seçeneği miydi?
Bir kız vardı oysaki.
Mutluydu.
Kendi halindeydi.
Ama tek bir sorunu vardı: Sevilmemek!
Yalnız yaşamaya alışmıştı.
Tüm her şeyi yalnız yapardı.
Yalnızlık onun adıydı.
Güçlüydü.
Ama 7 ay boyunca gizledi bunu.
Sevdiği adam kazansın diye.
Adam ünlüydü.
Mutluydu.
Kız mutluluğunu bir hiç uğruna satmıştı.
Sonra bir karar verdi.
Vazgeçecekti.
Gerçek aşkı bulana kadar vazgeçecekti.
Kimseye bakmayacak.
O adam onu o sihirli kuleden kurtaracaktı.
Bir sihirli söz yetecekti buna.
Seni seviyorum.
Ama yıllar geçse bile kız umudunu kesip kulede hapsolacaktı.
Hayat bu, kim bilir?
Güçlü bir kızın hikayesi böyle son bulmayabilir.
Yalan dolan hikayelere inanmadığı sürece.
Gerçekleri bilen herkes, ben ise anlatıcı.
Siz anlayın durumu.
Kim haklı, kim haksız.
3 aylık bir rüya mı, ömürlük bir gerçek mi?
Bence beklemeye değer…
Türkiye’de o kadar çok insan var ki.
Her bitiş aslında bir başlangıçtır.