İspanyol Sineması’na Genel Bakış
1936-39 İspanya İç Savaşı’nın genellikle İkinci Dünya Savaşı’nın provası olarak adlandırılışı gibi, İspanya’nın Francoculuktan demokrasiye şaşırtıcı bir hızla geçişi de 1945’i izleyen Soğuk Savaş paradigmasının ani çöküşünün habercisi olarak görülebilir. İspanyol Sineması sadece 1975’de Faranco’nun ölümünden sonra değil, önceki yıllarda da İspanya’nın demokrasiye geçişinde önemli bir rol oynamıştır. Sımsıkı kapalı olan İspanya, 1950’lerden itibaren yabancı etkilere açılmaya başlarken yeni bir İspanyol Sineması da dünya sahnesine çıkıyordu.
Yeni İspanyol Sineması 1960’larda Garcia Escudero’nun , Farga tarafından sinemanın yeni genel müdürü olarak yeniden atanıp bu sanat sinemasını yurtdışında resmen tanıtacağı günlerde ‘’ Sinema bir bayraktır, bu bayrağı yükseltmeliyiz …Hollywood’u kendi alanında (ticari sinema ) yenemiyorsanız Avrupa alanında aklınızı kullanarak yenebilirsiniz.’’ diyerek tanıttığı bir terimdi. Ne var ki muhalif sinemacılar için baş düşmen hala içeride sansür dayatmayı sürdüren Francocu rejimdi.
1970’lerin başı, Franco’nun ölümünden önceki beş altı yıllık dictablanda denilen ılımlı diktatörlük dönemi İspanyol sanatçıların devlet sansürüne karşı yeni mücadeleler başlatıp Yeni İspanyol Sineması’nın dünya çapındaki büyük başarılarından bazılarını kazandığı bir dönemdi.
1980’lere geldiğimizde İspanyol tv’sinin reklam satışları, bu dönemde diğer ülkelere kıyasla daha hızlı bir büyüme oranıyla yediye katlandı. Bu artış, sinema sayısında alarm veren bir azalmayla birlikte, sinemaya gidenlerin sayısında keskin bir gerilemeye yol açtı. Yabancı filmlerin daralan pazardan pay alışı durumu iyice kötüleştiriyordu. 1985’ e gelindiğinde İspanyol filmleri, 1970’teki %30’luk paya karşılık, iç pazarın sadece %17,5’ini kapsıyordu ve on yılın sonunda bu rakam %10a dek geriledi. İspanya’nın tüm bölgelerinden sinemacılar, özellikle bölgesel dillerinin ve kültürlerinin ifade edilmesi artık yasak olmadığı için Kastilyalı egemenliğinden çok Katalan ve Basklı yönetmenleri tehdit eden bu şiddetli mali krizle başa çıkmak zorundaydı.
1982’de yeni seçilen Felipe Gonzales başkanlığındaki sosyalist hükümet, sosyalist sanatsal özgürlük döneminin başlangıcını belirtircesine, sinemacı Pilar Miro’yu sinema genel müdürlüğüne atadı ve Miro hemen krizi çözmeye koyuldu. Miro 1983’te çok az İspanyol filminin iç pazarda hayatta kalabileceğini fark etti ve bu yüzden yabancı filmlere karşı İspanyol filmlerini koruyup devlet yardımlarını önemli ölçüde arttıran yeni bir yasayı yürürlüğe koydu. Yine de İspanyol film üretimi büyük bir hızla düşüşünü sürdürdü.(1989 ‘da kırkyedi filmle gelmiş geçmiş en düşük sayısına ulaştı.);artışlar sadece üretim maliyetleri ve hükümet harcamalarındaydı. Miro’yu eleştirenler ona,’’kendi isteklerine düşkün’’ sanatçıları piyasanın gerçekliklerini ve İspanyol izleyicilerin değişen zevklerini görmezden gelmeye teşvik ettiği şeklinde saldırmaktaydı.
Değişim zamanıydı ve değişim aşağıdaki sözlerin sahibi Pedro Almodovar tarafından sağlandı:
‘’Benim filmlerim… Franco öldükten- özellikle 1977’den sonra İspanya’da doğan yeni bir mantaliteyi temsil eder….Herkes artık İspanya’da her şeyin farklı olduğunu duymuştur….ama bu değişimi İspanyol sinemasında bulmak kolay değildir…..benim filmlerimde İspanya’nın nasıl değiştiği görülür…çünkü şimdi Arzu’nun Yasası gibi bir film yapmak mümkündür.
Almodovar espanolada’nın yerine farklı kalıplara girebilen cinselliği, büyük bir liberalleşme sürecine giren Franco sonrası İspanya için yeni bir kültürel klişe olarak yerleştirmeyi başardı. Böylece merkezi, marjinal diye tanımlayarak çökertti ve bu müdahale, ironik bir biçimde İspanyol sinemasının dünya pazarında marjinallikten çıkmasına yardım etti. Gerçekten de 1991’de Variety. İspanya’nın ABD’ye ihraç ettiği gelmiş geçmiş en iyi onüç filmden altısını Almodovar’ın yönettiğini bildirecekti.
Pedro Almodovar (d. 24 Eylül 1949): Uluslar arası alanda tanınmış film yönetmenlerinden olan Almadóvar, filmlerinde melodram öğeleri sıklıkla kullanmaktadır. Filmleri, kompleks anlatımlar, popüler kültür, popüler şarkılar, güçlü renkler ve kuvvetli bir dekor anlayışıyla göze çarpmaktadır.
Almodovar’ın tanıtacağmız filmi olan İçinde Yaşadığım Deri, Tarantula isimli kitaptan senaryolaştırılmıştır. Antonio Banderas’ın doktor rolünde olağanüstü bir performans sergilediği film de kitap kadar ilgi çekicidir.
Polisiye ve suç romanlarıyla tanınan Fransız yazar Thierry Jonquet’in en ünlü kitabı olarak kabul edilen (1954-2009) “Tarantula” (Orijinal ismi “Mygale”) 1995’te yayımlanmıştır.
Tarantula” bir intikam romanıdır. İntikamcının klasik refleksi olarak , edinilen amaç aynı şeyi karşı tarafa yaşatmak.. Aynı acıyı ona da tattırmak. Bu bazen fiziksel olarak mümkün olabilir. Adalet sistemi izin vermese de fizik yasaları müsade eder. İçine intikam ateşi düşmüş zihin sağlıklı düşünemez. Adaleti kendisi sağlamaya kalkarak karşı atak denebilecek simetrik suçu ince ince planlar. Bazen de karşı tarafa aynı deneyimi yaşatmak fiziksel olarak mümkün değildir. Ancak intikamcı bir estetik cerrahsa, fiziksel koşulları intikamı mümkün kılacak biçimde yeniden düzenleyebilir. Normal şartlarda fantezi boyutunda kalacak planı elindeki neşterle çizerek soğukkanlılıkla hayata geçirebilir.
Dr. Ledgard’ın çok sevdiği karısı bir trafik kazası sonucu yanarak bütün güzelliğini kaybediyor. Bu durum Dr. Ledgard’ı ‘yapay deri’ üretme çalışmaları yapmaya itiyor ancak karısını kaybettiği güzelliğine geri döndürmek için yaptığı deneyler henüz sonuç bulmadan karısı intihar ediyor. Annesinin ölümüne tanık olduğu için sorunlu bir yaşam süren kızları Norma’nın bir düğün sırasında tecavüze uğraması ise asıl olayları başlatan ve bu talihsiz serüvenler dizisini ateşleyen olay oluyor. Tecavüze uğrayan kızının geçirdiği travma onu da tıpkı annesi gibi intihar ile biten bir sonuca götürürken Dr. Ledgard’ı intikama yönlendiren süreç başlamış oluyor.
Almodovar filmlerinde daha öncede gördüğümüz (Tutkunun Kanunu, Yüksek Topuklar, Kötü Eğitim, Kırık Kucaklaşmalar) önemli temalarından olan ‘tek bedende iki kimlikli yaşam’ meselesi ‘İçinde Yaşadığım Deri’de bir level atlayıp bu duruma hapsedilme ve zorunda kalmışlıkla Vera’nın nezdinde yer bulurken karakterin yaşadığı bu bedensel dönüşümün, özünde nasıl bir karşılık bulacağı sorgulanıyor. Vera’nın bedensel dönüşümü gerçekleşirken televizyonda keşfettiği yoga dersleri sayesinde gerçek benliğini içinde koruma felsefesiyle karşılaşması aslında filmin vermek istediği mesajın bir özeti niteliğinde…
Thierry jonquet ‘in Mygale (tarantula) adlı romanını incelediğimizde kitabın örümcek, zehir ve av olmak üzere üç bölümden oluştuğunu görüyoruz. Kitap genel bir anlatımla giriş gelişme ve sonucu bize verirken bir yandan da döngüsel kurgularla olay örgüsünü güçlendirmektedir; ki bu Pedro Almodovar’ın kitaptan uyarladığı İçinde Yaşadığım Deri filminin biçimsel özellikleri açısından da ortaklık teşkil etmektedir. Filmde zaman kavramı başta karışık gibi gelse de şimdiki zamanla başlayıp altı yıl öncesine gidip sonrasında yine şimdiki zamanı anlatmaktadır. Romanın ana karakterleri üzerinden gidecek olursak estetik cerrah olan Lafargue romanda daha sert mizaçla çıkarken karşımıza, filmde zaman zaman Eve’e merhamet gösterdiği oluyor. Romandaki karakterin isminin Eve olması da ismini Havva anadan almış olmasıdır Burada kısaca bir yücelik atfedilmiştir yalnız burada Eve aracılığıyla da Lafargue’ye tanrısal güç betimlenmiştir. Filmde Lafargue’nin ismi Dr Ledgard ve Eva’nın ismi de Vera olarak çıkıyor karşımıza.
Kitaptaki detaylı betimlemeler filmde de sık sık karşımıza çıkarken. Almodovar mekan renklerini, ışığı gerçeğe oldukça yakın sahnelemişken bir o kadar da görsel zevki ön plana çıkarıyor.
Filmde ve romanda da bahsi geçen Lafargue’nin kızı Normanın tecavüze uğramasının ardından yatırıldığı klinikte geçirdiği sinir krizleri kitapta oldukça iyi betimlenirken. Filmde kan donduran ama acıtasyona sebep olmayan hisler uyandırıyor. Kitapta Norma’ya tecavüz edilirken olaya sonradan eklenen Alex Filmde karşımıza çıkmıyor.
Kitapta gerilim ve irrite edici durumlar ön plandayken filmde biraz daha yumuşatılmış haliyle karşımıza çıkıyor. Örnek verecek olursak işkence sahnelerinin görselleri kitapta oldukça iyi betimlenirken. Filmde başlatılıp gerisi seyircinin hayal gücüne bırakılmış durumda.
Son olarak da söylenmeli ki ara sıra araya giren senaryo akışı romana haraket katmaktadır.
Kaynakça:
- Ü. İLEF RADYO TV SİNEMA BÖLÜMÜ Çağdaş Dünya Sineması Ders Okumaları 1
- Jonquet, Thierry ‘’Tarantula(Mygale) ‘’
- Kinder, Marsha ‘’Pleasure and the New Spanish’’