“Kış gelmek üzere. Balıkçı tekneleri giderek azalacak, balıklar da artık suyun üzerinde değil, derinlerde yüzecek. Eğer bir şey öğrenmek istiyorsan, nasıl yiyecek bulacağını öğren. Bu uçma çaban gerçekten çok hoş ama uçmanın karın doyurmadığını sen de biliyorsun. Şunu hiç aklından çıkarma: senin uçma nedenin yiyecek bulabilmek.”
Hayalleri, mahalle baskısını aşamayan Jonathanlar yok muydu içimizde? Tıpkı onun aldığı tokat gibi cevapları ailelerimizi bizlere de vermedi mi? Yeteneklerimiz de, hayallerimiz de, potansiyelimiz de bu yanıtların arkasından bakakaldı. Fakat Martı Jonathan Livingston’ın bize öğretecekleri vardı. Sadece karın doyurmak için martıların kanatlara sahip olmadığı konusunda ısrarcı olması, onu farklı diyarlara kadar sürüklemiş ve kendilerinde kusursuzluğu buldukları “cennet”lerinde öğrenmeye açık, sınır tanımayan martılarla karşılaşmıştır. Özgür bireyler olabilecekleri konusunda ikna çabaları sonucu kendi sürüsü tarafından dışlanmışlık ile kendilerini kardeşleri ilan edip, “Seni daha yükseklere, evine götürmeye geldik.” diyen martılar arasındaki uçurum kadar farkın kendisi yürek burkucu, tadı ise ekşimtırak.
İlerlemekten başka işi olmayan zamanın sürüklediği Jonathan, artık bir öğretici kıvamını almış halde dönüş yoluna çıkmaya hazırdır. Öğrencilerini ilerlediği yol üzerinden toplaması; hayallerini gerçekleştirmiş bir insanın, kendi toy haline benzetmiş olduğu suretlere ulaşılmaz olanın resmini göstermesinin verdiği haz ile doğru orantılıdır.
Usta Jonathan ve öğrencilerinin, sürüleriyle olan yüzleşme anının bir aksiyon filmi edasıyla anlatıldığı sahne tüyler ürpertici olmasıyla küçük dozda gerilim aşılamıştır. Sürü ve özgürlükçülerin arasındaki ilişki; tam anlamıyla 1650’lerin Amerika’sındaki Püritanlar ve Quakerların din çatışmasındaki ilişkileri kadar karışıktır. Jonathan Livingston’ın efsanevi bir şekilde yok oluşu da Hogwarts alametleri kadar fantastik haldedir.
Jonathan’ın ortadan kaybolması ile yetinmeyen yazarımız, ustadan sonra efsanesini yaşatmaya karar vermiştir. Jonathan’ın martı topluluğuna bıraktığı iz, onun ilah gibi görülmesine sebep olmuştur. Parıldayan, görkemli kanatlarıyla muhteşem uçuşunun imzasını dördüncü bölüme de atmayı başarmıştır.
Şahsın kendini “gaza getirme” tabirini satır satır karakterine işleyen Richard Bach, parmağını her kımıldattığı anda insanı kanatsız halde uçuran, sihirli bir eser sunmuştur. Hayal gücünün eski bir ruh olduğuna inanan Bach, içimizde büyüttüğümüz Jonathanların yüreğini okşayan, tek bir martının inancı sayesinde yaşam amaçlarımızın yalnızca tüketim olmadığına muhteşem bir yorum katmıştır.