HÜZÜN…
Kapı çalıyor! Sen mi geldin? … Değilmişsin… Her kapı çaldığında aynı duygu ve hevesle koşuyorum biliyor musun? Sanki kapının öte tarafında sen bekliyormuşsun gibi. Yok, yok! Seni asla bekletmem orada. Kendince aç kapıyı gir içeri. Gümbür gümbür hem de… Duysun dünya âlem, duysun yüreğim senin geldiğini. “Evinin kadını, başının tacı, gönlünün sultanı geldi!” desinler, O artık mutlu, hüzün dışarı. İşte böyle bekliyorum ben. Her nefes alışımda içime çekiyorum seni. Hani bilirsin; her yeni başlangıçta besmele çeker ya insanlar! Ben senin adını anıyorum her seferinde. Her nefes alışımda içimde saklıyor, bir kez daha adını anacağım geliyor aklıma ve bir nefes daha çekiyorum içeri. Hep sen kokuyorsun. Bir gün “Seni sevgimle çıldırtacağım!” demiştim hatırlarsın. “Ölmeye yatacaksın, yaşamaya mecbur edeceğim!” demiştim. Şimdi ben ölüyorum be sevgili! Geri dönüşsüz bir ölmek olacak benimki. Hani hep derdin ya; “Ölürsen ben de ölürüm!” Ölmeyeceksin be can! Ölmeyeceksin benim ‘mavi yüreklim!’ Sen ölürsen sevgim hangi yürekte yaşayacak son nefesine dek? Yok! Sen ölme. Beni bir kez daha öldürme. Hüzün var içimde; sıkan, sımsıkı sarmalayan, nefes aldırmayan… Sen yoksun; ben sensizim, ben sessiz… Ağlamak geliyor içimden sürekli. Ağlayamıyorum, utanıyorum, çaresizim. Ağlıyorum yine, sessiz… Hayat ne kadar anlamsızmış sen olmayınca be gülüm. Sesini duyamamak, yüzünü görememek, yanında olamamak ne acı. Sen hiç sensiz kalmadın ki… “Bir kez daha dünyaya gelsem, aynı şiddetle severim!” derdim sana hatırlıyor musun? Yanılmışım. “Bir kez daha gelsem şu dünyaya, daha çok şiddetle severim seni!” yeminim olsun. Bu kadar çok yakınındayken, bu kadar uzağına düşmek… İşte hüzün bu be gülüm! Hüzün tarifsiz… Telefonum çalıyor. Arayan sensin değil mi? ……