HOŞÇA KAL ÇORAK – FAKİR BAYKURT’un ANISINA
Cebrail’in bereket tohumlarını serpiştirdiği köyümüzü, insan elinden çıkma demir yığınları bekler oldu. Medeniyet gelmişti gelmesine de köy nüfusu git gide azalıyordu. Tarlalarda ne yetişse sarıya çalardı rengini, tıpkı dedemin solgun yüzü gibi…
1999 senesinin sonbaharında; beş çocuğunu, kardeşlerini, anasını doyurmak için saklandığı gavur memleketinden, Almanya’dan, buruk bir bavulla döndü…”Tahir ile dönecektim. Yine onunla döndüm. Ben ölü, o gömülü,” dedi yaşlı çınarım…
Memleket hasretiyle yanıp tutuşmuş yıllarca. Ses etmemiş kimselere… Oğullarını tembihlemiş, “Bırakıp gitmeyin, toprak candır,” demiş, dinletememiş…Sen neden gittin dedem? Hangi birine baba olmaya gittin?
O geldi diye köyümüz kalabalıktı artık. Bana anlattığı hikayelerle…Geçen yaz durgunlaşmaya başladı.Ölüyordu artık dedem. Biliyordum. Konuşmuyordu. Gözünün feri gitmişti. Geri döndüğünde bıraktığı gibi bulamamıştı bu toprakları, insanları…Ara sıra kavağın alt yanındaki tarlaya gidip, meşe ağacının dibinden ovayı seyrederdi.Gizliden izlerdim onu, sonraları sokuldum yanına.Yaşanamamış koca bir ömrü, iki üç türküyle özetlerken…Başımı koydum kucağına.Benim öksüz,yetim,göçebe dedem. Toprağa koyduklarıyla,göğe saldıklarıyla, yeşile savurduklarıyla yarım dedem…
Avucunda kalan, dünyaya sığmaz bir avuç toprak derken…Onu da almaya geldiler.Köyün toprakları baraj yapımı için istimlak edilecekti. O zaman gözleri savaş açtı dedemin.Bastonunu vurdu yere “Bir kazma dahi vurdurtmam!” dedi. Avludan dışarı gezinmeye başladı.Gözden kayboldu.”Çıkar gelir ebem,telaşlanma,” dedim.Gelmedi.
Onu tarlanın ortasında oturur buldum.Bastonuyla toprağı eşelerken sokuldum yanına:
- Dedem, hadi gel eve dönelim.
- Sabiha.Bu topraklar onun mezarı.Vermem Sabiha’mı.
- Sabiha kim dedem?
- Gençliğim Sabiha.Sırdaşım,babamın yadigarı Sabiha.Şu ağacı görür müsün?O işte Sabiha.Toprak olup,can olup,hiç ölmeyecek Sabiha.Vermem!
Bir ağacı bekliyor.Dedem.Köylüler.İnatçı direniş.Yok oldu.Para.Doğa.Çocuk saflığında.Hayır,hayır.Pes etme zamanı değil.Bu direniş hayata.İnandığı her şey.Yarım kalmış.Benim çocukluğum.Bu topraklar.Onları da savunuyor.Yalnız.Koca çınar.Kendi kendine?Hala duruyor mu?Haydi.Otur yanına…
- Dede bu ağacı…Anlatsana biraz.
- Beni götürmeye geldiysen hiç yorma kendini.Kalk git ebenin yanına!
- Yok vallaha, hadi anlat.
- Mübadelede köyümüze bir garı goca uğramış, Katsikaslar…Rahmetlik babam buyur etmiş evimize.Yedirmiş, içirmiş…Huncacık ev işte.Halil İbrahim ya adı, bereketi bol olurmuş evin. Ağlamaklılarmış. Bir fidan emanet etmişler.”Bir gün görmeye geliriz İbrahim Pasa” deyip gitmişler.Gidiş o gidiş…
- Katsikaslar mı?Allah Allah…Yunan yazar Dimitrios Katsikas’la bir ilgisi var mı acaba?
- Orasını bilmem.Dinlemeyeceksen kalk git öteye!
- Affet dedem,sonra ne olmuş?
- Bu tarlaya dikmiş fidanı babam.Gel zaman git zaman..
Buğulanıyor gözleri…
Dedem.Kaybetmiş herkesi.Çocuk yaşta.En kötü yaş. Çocuk. Ölüm. Her ölüm erken. Çocuk yaşta baba olmuş.Bir oğlunu toprağa vermiş. Çocuk yaştaki bir torununu…Ölüm.Iskalar.Sıralı ölüm nedir? Sırasıyla ölenlere el sallamak mı? Vatanından ayrılmak. Asıl ölüm. Ölmüşlerini koyduğun toprak. Gurbet.Kesin dönüş. Her akşam dönerler. Neredeler? Yok olmak. Döndüğünde o topraklar çorak. Sohbetler sıska. Sıska. Asıl dönüş o zaman.Toprak.
- Babam da şehre indiği vakit.Beni sıkı sıkı tembihledi.Bir gün gelirlerse diye.Hastaydı , o da dönmedi gayrı…Atamdır Sabiha, emanettir vermem.
- Bırakıp nasıl gittin Almanya’ya dedem?
- Babanı boşuna tembihlemedik. Her yaz niye gelirsiniz sandın?
- Köyümüz çünkü.
- Köyümüzmüş. Köy mü kalmış? Ne eken biçen var, ne iki çift laf eden. Dereler bilem kurumuş. Ne barajıymış bu.Vermem.
Verme dedem.Kalmamış kimse.Ne dağ heybetli ne dereler çağlayan.Kuşlar.Baz istasyonu.Leylekler.Yuva yapacak.Yuvamız yok.Toprak.Ellerimizle öldürdük.Doğa.Verdiklerini alır.Biz ne verdik?Sen bir ömür verdin dedem.Geri al.Yok olmadan.Toprak olmadan toprağa nasıl karışacaksın?Kurak bir çığlık.
- Tamam dedem, dur bakalım. Bulunur bir çaresi…
Bütün çocuklarını,torunlarını topladı başına.Herkes dedemi ikna etmeye çalışıyordu.”İşin ucunda para var ya geleciğiniz tabi!” diyip, küskünlüğünü vuruyordu yüzlerine…Ne getirdiğimiz yemekleri yiyor ne de ilaçlarını içiyordu.Çalışmalar ertelenmişti.Huysuz ihtiyarıydı köyün.Hepten korkutmaya başladı bizi.Ninem dayanamadı sonunda:
- Kaç yaşına geldin herif utan! Hala el alemin karısını ne anarsın? Kalk evine…Çoluğum çocuğum para yüzü görsün…Bu yaştan sonra kor giderim seni billahi!
Şaşkınlıkla dedeme baktım.Bastonunu vurdu yere.Usul usul,ağır aksak geçti yanımdan.”Bırak,ses etme,” dedi bana.Evin yoluna koyulduk…Ardına düştük hepimiz.
Dedem,hangisi senin hikayen? Öteki hikayeni çok mu bekledim? Geç kaldım. Biliyorum. Elimden ne gelirse. Yarım yamalak her şey.Ben büyüdüm. Gitme. Dönme o eve. Ağaç. Onu bekleyelim.Gözlerin. Dedem. Geç kalmışlık.Toprak rengi. Yemeğini yedi, yatağına girdi.
- Belkıs, gel hele.
- Buyur dedem.
- Şu türküyü çal bakalım.
- Hangisi dedem? Çok yorgun görünüyorsun ama. Uyu hadi biraz.
- Sen karışma bana!Uyurum.”Kırmızı Buğday”ı çal…
Aldım sazı elime, başladım türküye…Yunanca bir şeyler mırıldandı dedem, sonraları anladım…Yumruk yaptığı elini salıverdi, bir zeybek edasıyla…Bir daha türkü söylemedi. Uyudu…Belki Ege’ye bir selam yollayıp öyle gitmiştir cennetine…