“Kazanlar kaynatalım, sofralar kuralım, halaylar çekelim, bütün komşu köyleri davet edelim barışalım, eğlenelim.” [Mustafa Öztürk – Gülmez Köy’ün Çocukları]
Nicelerinin arasından kaybolup gitmesin diye bazı yazarları ısrarla gün yüzüne çıkarıp, tanıtıp, okunmasını sağlamak gerekiyor. Her türden her türlü yazarın gırla olduğu çağımızda bunu yapmak, artık görev oluyor. Mustafa Öztürk, bunu hak edenlerden..
İkinci çocuk hikâye kitabı Gülmez Köy’ün Çocukları’yla hikâye dilini ve hikâyecilik üslûbunu iyice rayına oturtan Mustafa Öztürk’ün kitaplarında diğer çocuk kitaplarında pek de denk gelemediğimiz bir tat var. Günümüz çocuk hikâye kitaplarında baskın olan unsur, içeriklerin çoğunlukla rekabetçi, ütopyacı yahut fantastik konulardan seçilmesi. Bu kitaplarda çocuklar genelde edilgen, sadece dinleyen, kendi özgül dünyalarının gerekliliği es geçilmiş figürler olarak seçiliyor. Çocuk dünyasından uzakta bir hayat sunuluyor bu kitaplarda. Bu dil, pedagojik açıdan sağlıklı olmadığı gibi, çocuk hikâyeciliği kalıbına da uygun değildir artık.
Mustafa Öztürk, ilk hikâye kitabı Özgürlüğe Kaçış’la giriş yaptı yazın dünyasına. Fabl örneği olan bu kitapla Öztürk, aslında hikâyecilik anlayışının prototipini çizmişti. İleride daha sağlam temele oturtacağı bu anlayış, Mustafa Öztürk’ün hikâyeciliğinde doğaya özlemin nişanesi olacaktı.
Gülmez Köy’ün Çocukları gerek içeriğiyle, gerek kitap tasarımıyla gerekse resimleriyle dolu dolu bir hikâye kitabı. Aynı zamanda kitapçılık mesleğinin içinden gelmesinin de avantajlarını kullanan Mustafa Öztürk, yetkin edebî kültürünü, çok iyi tanıdığı çocuklarla harmanlayarak oluşturmuş kitabını. Hâlihazırda edebiyat dergilerinde deneme yazıları da yayımlanan Öztürk’ün çocuk hikâye türüne katacağı çok şeyler var.
Gülmez Köy’ün Çocukları, Aziz Nesin’in bir kitap ismini andırıyor ilk etapta. Fakat sayfalar ilerledikçe Mustafa Öztürk’ün yaratmak istediği güzel ve saf dünyaya doğru ilerliyoruz biz de. İki güzel köy var. Cömert ve engin bir doğanın bereketiyle yaşıyorlar. Yemyeşil bir vadi, gürül gürül akan nehirler, mevsimlerin tüm zevkinin yaşandığı bir köy. Hangimiz ‘’benim köyüm çirkindir’’, deriz ki? Çünkü köy, şehre taşınmış biri için pastoral bir hayâl kaynağıdır hep. Ama bir köy nasıl çirkin olur? Sanırım şehre benzemeye çalışırsa… Çünkü şehir rekabet demektir, yabancılık demektir, uzaklık demektir. İşte bu iki köyden, daha sonra Gülmez Köy olarak adlandırılacak olan köy, doğaya hırs ve kibir gözüyle bakmaya tevessül eder. İlkin ağaçlar talan edilir, vadinin bağrı deşilir, amaç tarla yapıp menfaat ummaktır. Altın yumurtlayan tavuk nasıl ki sabırsız sahibinin gazabına uğradı, işte bu uçsuz-bucaksız Yeşil Vadi’de Gülmez Köy’lülerce aynı hüsrana uğradı. ‘’İnsan’’ kalmakta direten köy ise ‘’Bu böyle olmayacak, biz sizinle yaşayamayız’’ diyerek başka yerde kurarlar köylerini. Doğayla iç içe, bu adı konulmamış barış antlaşmalarını yürütmeye devam ederler. Oysa Gülmez Köy günden güne batar adeta. Doğaya karşı giriştikleri bu savaş, kendi aralarında savaşmaya da neden olur. Gülmez Köy, artık birbirine dahi huzur vermeyen, kimin tarlası iyiyse onunkini bozan, diğerinin tavuğuna ‘’kışt!’’ diyen bir köy olup çıkar. Öyle ki gülmeyi bile unuturlar sonra. İsimleriyle böyle müsamaha olurlar.
Ama çocuklar… ‘’Bir dünya bırakın biz çocuklara…’’ şarkısında da denildiği üzere, büyüklerinin bu yanlışlıklarıyla daha fazla yaşamak istemezler. Çünkü mutsuz ebeveynler bu mutsuzluğu çocuklara da intikal ettirirler ve bu bir neslin topyekûn mutsuz olmasına da sebebiyet verebilir. İşte Gülmez Köy’ün çocukları ve diğer köyün çocukları bir plan yapmaya koyulurlar. Okulun yılsonu müsameresinde bazı oyunlar, tiyatrolar oynayacak, müzik dinletileri vereceklerdir. Plan tutar. Gülmez Köy’den gelen köylüler çocukların bu muhteşem performansları karşısında kendilerini daha fazla tutamazlar. Önce ufak ufak kıkırdamalar yerini gülmelere, gülmeler kahkahalara bırakır. Gülmenin bir utanç olduğuna kendilerini inandıran Gülmez Köy’lüler bu kara bulutu atmışlardır üzerlerinden. Öyle ki köyleri Neşeli Köy olarak bilinmeye başlar… Yaptıkları hatayı çok geç olmadan fark eden köylüler, köylerini tekrar eski görkemine döndürmenin gayretine girerler.
Gülmez Köy’ün Çocukları hikâye kitabı, çocuk yetkinliğinin, ‘’çocuktan al haberi’’ deyişinin bir ispatı kitap. Çocuklara ket vurmazsak, onların dünyalarına engel olmazsak, onların geleceğiyle oynamazsak aslında nasıl işler başarabileceklerinin delili bir kitap. Mutlu bireylerin doğa ve hayvanlarla barışık olan bireyler olduğuna dikkatlerimizi çeken Mustafa Öztürk, bunun olmaması durumunda sağlıklı bir toplumun varolamayacağını anlatıyor. Bundan da en kötü etkilenen çocuklarımız oluyor.