“Sen benim hiçbir şeyimsin!” diyor Ahmet Kaya bir eserinde ve yine başka bir üstat Ahmet Altan, bir denemesinde: “Ne kadar güzel birbirimizin hiçbir şeyi olmak; çünkü bizi birbirimizin her şeyi olmaya mahkûm ediyor.” diyor.
Ne kadar cesurca ne kadar yaşanmışlık dolu değil mi? Birbirimizin hiçbir şeyi olmak; umut dolu, tükenmemişlik dolu, başlangıç dolu… Birbirimizin her şeyi olmanın ilk adimi, bir kavşakta buluşup, tek istikamete gidecek olan iki yolcuyu o kavşağa getiren iki farklı yol gibi bir şey.
Ne mutlu birbirlerinin hiçbir şeyi olarak yola çıkanlara! Çünkü o yolda birbirlerinin her şeyi olmaktan başka seçenekleri yoktur, tıpkı annelerimiz babalarımız gibi… Onlar, birbirlerinin hiçbir şeyiydi, hiçbir şeyiyken çıktılar yola ve bu yolda birbirlerinin her şeyi oldular. Yolculuk sırasında keşfettiler birbirlerini, bu yolculukta kenetlendiler, bu yolculukta hazımsayarak tanıdılar birbirlerini. Beraber mola verdiler, birbirlerinin hiçbir şeyi iken birbirlerinin en doğal hallerini gördüler, daha sonra da birbirlerinin her şeyi oldular. Onlar, yola çıkıp daha sonra sevenlerdendir; sevip de yola çıkanlardan değil!
Bizler, şimdilerde bunu çağ dışı sanıyoruz; çünkü biz önce seviyoruz, önce giriyoruz yasaklı bahçelere, tüm meyveleri tadıyoruz, keşfedilmemiş hiçbir liman bırakmıyoruz; birbirimizin açığında, en tanrısal haliyle görüyoruz birbirimizi. Yola çıktığımızda ise yorgun oluyoruz, bıkmış oluyoruz, tükenmiş oluyoruz. Birbirimizin önce her şeyi oluyoruz sonra da birbirimizin hiçbir şeyi olmaktan başka çare kalmıyor çıktığımız yolda.
Sevip, bitirip, tüketip, keşfedip, sıkılıp, bıkıp öyle çıkıyoruz yola, o yola hiçbir şey bırakmıyoruz. Kuru fasulye tabağımızdaki tüm etleri önceden yiyip kalanına katlanmak gibi bir şey…
Bizler, birbirimizin her şeyi oluyoruz şimdilerde, birbirimizi hiçbir şey olmaya mahkûm ediyoruz.