Çoğu zaman neler kaçırdığımızı bilemiyoruz. Herkes içinden ‘bu hayatta her şeyi denemek lazım’ diye geçiriyor olsa bile, çoğu zaman bu çok zor hatta imkansız olabiliyor. Ne yazık ki…
Hatta bazen o kadar çok istiyoruz ki; elimizde var olanı da, yanımızda konumlananı da görmezden gelip, yavaşça yitiriyoruz. Peki yitirdiğimizde ne mi oluyor?
İşte her şey o zaman kıymete biniyor. Ne yapmalı o zaman? Değer verdiklerimize, bizi kaybettikleri düşüncesini mi aşılamalı? Yoksa zamana bırakıp bekleyerek, daha derin yaralar mı almalı? Ya hiçbiri işe yaramazsa? Ya asla kıymet bilinmezse…
En büyük eksikliğimiz, açgözlülük değil. En büyük eksikliğimiz, anlayışsızlık. Durup iki dakika karşımdakinin ne dediğini, ne demek istediğini düşünmeye çalışırım. Sadece sağlıklı diyalog içinde olmak istediğimden değil. Bazen sadece yalnız, tek başıma durup tekrar düşündüğümde; o insanla empati kurabilmek adına. Belki sorun benim sorunum bile değildir ama yine de durup bir dinlemek gerek.
Başka bir nokta ise; kırmaktan keyif almak. Ani bir sinirle ağızdan çıkan lafların, kalplerimizde açtığı yaralar. Hatta bazen bunun cezası olarak başka kalplerde açmak ‘istediğiniz’ yaralar. Bunun cezası olmaz. Bunun cezası olursa da; sadece sana yapılanı başkasına yapmamak olur, olmalı.
Yeni nesil hastalığı; tamir etmemek, atmak. Yenisi alınıyor, yenisi bulunuyor. Bütün kaynaklar tüketiliyorsa, duygular da tüketilmeli. Geriye hiçbir şey bırakılmamalı. Senden sonra hiçbir şey hissetmemeli. Böyle mi?
Bence, hayatta ‘her şey’ denenmeli fakat ‘her şey’ denenmemeli. İkisi arasındaki fark anlamlandığında ve hayatın akışının içerisine dalabildiğinde mutlu olabileceğiz. Mutluluktan fazlası, belki de tatmin olabileceğiz. Her şeyi yitirmeden, her şey olabileceğiz…
Yazıyı çok beğendim. Başkalarını da görmek isterim. Eline sağlık…
Çok teşekkür ederim, devamı gelir umarım 🙂