Yazmak çok şey ister.
Yağan yağmur bile çok şey anlatır.
Duygulanımların en güzel anlarını satın almasını istediği tutkunun gözlere yansımasını hisseden ben yalnızlığımda saklıyım şimdi.
Evleneli 2 yıl oldu karnımdaki çocukla kocamı kaybettim.
Duygularımı yansıtan en güzel kareydi oğlum.
Gözümdeki yaşın bir romanıydı belki de.
Yanlış bir kederin beynimdeki seratonini etkileyen gülümsemesiydi belki de.
Onun gülüşü her şeye bedeldi.
Fısıltısı belki de kelebek yüklü bir çiçekti benim için.
Çok şey ifade ederdi.
2 yılda çok şey değişti.
Ben değiştim.
Büyüdüm.
Kadın oldum.
Anne oldum.
Anne’lik bana çok şey kattı.
Ama çocuğuma ‘baba’ kelimesini öğretemedim.
Bu duygularımı etkiledi mi?
Hayır.
Belki de etamin işleyen ben kazandığım üç beş kuruşla çocuğumu okutacaktım.
Dikiş dikerek kazandığım parayla askere gönderecek.
Kapının önündeki tavuktan gelen yumurtayla üniversiteye göndereceğim.
Televizyonda oynanan skeçlerdeki konuşan kadın gibi ben de gülmek istedim hep.
Aradığım ne varsa elimden silindi.
Yağan yağmurun gülümsememe etkisi yoktu.
Dışarda fırtına başladı.
Denizde dalgalanmalar başladı.
Oyundan atılmış çocuk gibiydim bu dünyada.
Elimi nereye atsam o şey hemen yok oluverirdi.
Duygusuzluğumun yansımasından bir ayna olup karşıma çıksaydı eğer çok şey anlatırdı.
Yalnız mıydım?
Hayır.
Oğlum bana arkadaştı.
Yalnızlığımı gideren en önemli yoldaştı.
Bense suskun ve hayalci dünyamda ekmek parasıyla kıt kanaat geçinen bir anneydim sonuçta.
Annelik benim en güzel payemdi.
Bir fotoğrafa sıkışmış aşk dünyamda ben, anı kırıntılarıyla yaşıyordum.
Bir masaldı o hikaye.
Ben baş kahramanı…
Oğlumun 1 yaşında oluşu, ilk dişinin çıkması ve ilk ‘anne’ deyişi…
Hepsi benim göz ağrılarımdı.
Okuma yazmayı biliyordum.
Hatta çok kitap okurdum küçükken.
Ama üniversiteye gidemedim.
Gitmeyi çok istemiştim göndermediler.
Bu denize yakın tek katlı eve gelin geldim.
Kocamı, o doğuda askerlik yaparken kaybettim.
Bir şehit eşiyim yani.
Böyle kutsal bir görevi ben genç yaşımda aldım.
Anneannem çok anlatırdı, kocası zabitken peçesi açılmış, görmüş aşık olmuş.
Benim hikayem nasıldı?
Masalsı bir düğünün altıncı ayında ben yalnız kaldım.
Anlatsam olurdu aslında.
Yazsam olurdu.
Lise mezunu olsam dahi ben en güzel kelimeleri bulur muydum acaba?
Yazsam olurdu.
Her sabah tek katlı evimin denize yakın bahçesinde ben, kıt kanaat, tavuktan aldığım yumurtalarla, inekten sağdığım sütle, diktiğim elbiseleri satarak geçiniyordum.
Okutsalar okurdum belki.
Ama kitap okuyordum.
Küçükken okuma yazmayı öğrendiğim günden beri okuyordum.
Okutsalar liseden sonra okurdum belki.
İskender Pala’nın birçok romanını okumuştum.
Lise mezunu olmak benim okumamı etkilememişti.
Her hafta ikinci el kitapçıdan aldığım kitaplarla kendimi geliştiriyordum.
Edebiyatı seviyordum.
Kendi romanımı yazmalıydım belki de.
Çok şey katmıştı bana okumak.
Yalnızlığımda arkadaş olmuştu kitaplarım.
Okumayı seviyordum.
Okumak, benim için çok şey ifade ediyordu.
Okuduğumda dünyayı farklı anlıyordum.
Lise mezunuydum, ancak iyi bir okurdum.
Çocuğuma da iyi bir okur olmayı öğretecektim belki de.
Kitapları sevecekti.
Hayal dünyasında büyüyecekti.
Masallar okuyacaktım ona Binbir Gece Masalları’ndan.
Çocuğum büyüyecekti belki de.
Belki de beni hiç bırakmayacaktı oğlum.
Hep yardım edecekti.
Henüz 1 yaşında olan oğlumun hayatından kesitleri ezberleyecek olan ben tüm gücümle onu yetiştireceğim.
Tüm annelik duygularımla ona sarılacağım.
Hayatım oğlum olacak.
Ve ben, ona ninniler fısıldayacağım, masallar okuyacağım.
Ömrümün baharında anne’likle taçlanacağım.
Cennetin ayaklarımın altında hissedebiliyorum.
Aşkı, oğlumda buluyorum.
Tüm annelik duygularımda ben ona her gece dua ediyorum.
Öldüğümde miras olarak Kur’an’ı bırakacağım.
Onu okuyacak.
Her gülümsememde onu anlatacağım.
Onu yetiştirecek, büyüteceğim.
O, benim her şeyim.
Her şey onunla güzel olacak.