Hep çok istedim mürekkebim ve kağıdımı titrek bir mum ışığında kavuşturmayı. İstediğim sadece o değildi, milyonlarcası daha vardı ama o aralarında en günahkar olanıydı. Bu yüzden onu daha çok istedim. Nefsimi dinledim, susturmadan bir şarkıymışcasına dinledim, ve en günahkar olanı istedim.
İstedim ama olamazdı. Tıpkı onlar gibi bedenim de günahkardı. Ve ben bu bedeni taşıyamazdım. Bu beden ile çok günahlar işlemiştim, yükü ağırdı bu bedenin. Hesap günü gelecek ve tüm borçlar ödenecekti. Ödeyemezdim borçları, alacaklısı çoktu bu bedenin. Bu beden günahkardı, cennetten kovulan Adem kadar günahkardı. Tanrı merhamet edecek bir af çıkartacak cennetten kovulan tüm günahkarlar cennete yeniden kavuşacaktı, yalnız bu beden Tanrı’nın gözleri önünde ateşlerde kavrulacaktı. Ancak o zaman ödenecekti borçları bu bedenin. Ancak o zaman affedecekti ruhu bu bedeni. Tıpkı hayat gibi.
Hayat ben ve titrek mum ışığı… Bizi aynı yapan sadece günahlarımızdı, günahkarlığımızdı. İçimizden birinin çıkıp günahsızım diyemeyişiydi. Boynumuzun büküklüğüydü. Günahlarımızın şeytaniliğine kapılışımızdı. Ama hayat bizimle aynı olduğu kadar ayrıydı.
Hayat yaramaz, korkunç bir kız çocuğundan farksızdı. Anne-baba şefkatinden mahrum kalmış, sövülmüş, dövülmüş, göze kestirilmiş, kirlenmiş, namussuz bir kız çocuğuydu. İntihar etmeyi becerememiş, Ademoğlundan intikam almakta karar kılmış şeytan bir kız çocuğuydu. O sadece zavallıydı. Tıpkı benim gibi…
Kaç kez okusam farklı anlamlar buluyorum. Çok çook başarılı. Hayallerinin peşinden koş… ❣