(Prof Dr. Hayati Develi, Osmanlı’nın Dili, Kesit Yayınları, İstanbul, 2010, s. 88)
Dil, toplumun aynasıdır. Toplumdan etkilenmeyen dil, dilden etkilenmeyen toplum düşünülemez. Aynı şekilde, Osmanlı toplumunun da izleri onun dilinde taşınır.
Prof. Dr. Hayati Develi’nin 5. baskısını yayınladığı Osmanlı’nın Dili kitabında, Osmanlı toplumunun dili ve dil gelişimi, dil politikası, dil anlayışı,dil ile kimlik ilişkisi, Osmanlı’nın dil coğrafyası hakkında bilgiler verilmektedir.
Kesit yayınlarından çıkan kitabın kapağı, Osmanlı aydını profilini yansıtmakla beraber, kapağın arka kısmında yer alan önsözün son kısmı, ‘kitabın amacı’ nın yerleştirilmesi uygun görülmüştür: “Tarihin kaydettiği muhteşem imparatorlukların sonuncusu olan Osmanlı İmparatorluğu onca ülkede onlarca halkı nasıl idare etmiş; farklı dilleri konuşan bu halklarla nasıl iletişim kurmuştu? Osmanlı idaresi altındaki Balkanlarda Türkçenin rolü ne idi? Osmanlıca nedir? Nasıl gelişmiştir? Bu dil, Türkçe, Arapça ve Farsçanın karışmasından oluşmuş yapay bir dil miydi? Osmanlı aydını kendi dilini nasıl görüyor ve adlandırıyordu? Bütün bu konuların genel bir resmini vermek bu kitabın amacıdır.”
Yine, Önsöz kısmında, Türklerin ve Türk dilinin Osmanlı Türkçesine kadarki serüveni kısaca ve şiirsel bir dille kaleme alınmıştır.
Kitabın Giriş kısmında, Prof. Dr. Develi ilk olarak, Osmanlı Türkçesi teriminin tanımı üzerinde durmaktadır: ”Osmanlı Türkçesi tabiri bilim çevrelerinde esas olarak Osmanlı Devleti’nin hakimiyet sınırları içinde konuşulan ve 1928 yılına kadar Arap harfleri temelli bir alfabe ile yazıya geçirilen Türkçeyi ifade etmekte kullanılmaktadır.”(a.e., 9)
Daha sonra resmi dil olan Türkçenin kullanım alanlarına değinmektedir: “Devletin çok farklı unsurlarının bir arada yaşadığı yörelerde ve ‘kamusal alan’ olarak tanımlayabileceğimiz devlet müdahalesi dışındaki her alanda iletişimin ortak dili Türkçe idi.”
Develi, genel kanaatlerden farklı olarak eğitim dilinin Arapça’dan çok Türkçe olduğunu, 15. yüzyıl şairi Devletoğlu Yusuf’un Vikaye Tercümesi’nden aldığı şu beyti dipnotta kaynak olarak göstermektedir:
“Türkîdür ders-i müderrisler ahı
Hem muhaddisler müfessirler dahı”
Aynı zamanda, İtalyan sözlükçü Molino’nun da ‘55 krallık ve beylik, 33 ulus tarafından’ Türkçenin günlük konuşmada kullanıldığı ifadesinden hareketle bu görüşünü desteklemektedir. Giriş kısmının son paragrafında, nüfusun çoğunluğunun Türklerin oluşturduğu bir devlette hanedanın da bu kullanma zorunluluğu ifade edilmiştir.
Kitabın giriş ve önsöz kısmı dışında diğer bölümleri şu şekilde sıralanmaktadır:
- Osmanlı Kimdir?
- Osmanlının Dilleri
- Osmanlı Türkçesi
- Osmanlı’nın Türkçesi
- Devletin Dili
- Osmanlı Diplomatikası
- Kaynakça
- Osmanlı Kimdir?
Bu konuya öncelikle, Osmanlı coğrafyasının sınırlarını çizerek başlayan Prof. Dr. Develi, Osmanlı kimliğinin çözümlenmesinin dilinin anlaşılmasında etkili olduğunu belirterek, dil ile kimlik ilişkisini şöyle ifade etmektedir: “Bir dil etrafında birleşen halklar ortak bir kimlik/aidiyet geliştirebildikleri gibi, herhangi bir kimliğe/aidiyete atıfta bulunmak da o ortak dilin paylaşımının gerektirmektedir.”
Osmanlının Aidiyeti
Bu kısımda, Cem Sultan’ın oğluna Oğuz adının vermesi örnek gösterilerek Osmanlı hanedanının kendini Oğuzlar boyuna ait görmesi meselesine değinilmektedir.
Osmanlının Avrupa’da tamamiyle Türk görülmesinin sebebi olarak da, hanedanın Türk soylu olduğu gibi, hanedanın etrafındaki unsurların da Türk oluşu gösterilmektedir.
Türkleşmenin hızlanmasında istimalet politikasının öneminden bahsedilmekte, bu kısmın son paragrafında ise, dilin Türkçe oluşunun Osmanlı aidiyetinin özü olduğu belirtilmektedir.
Osmanlı Aidiyeti
İnalcık’tan alıntı yapılarak Balivet’in dediği gibi, Osmanlı ‘erime potası’ kabul edilse bile, tam bir erimenin olmadığı, karışık bir yapının olduğu belirtilmiştir. Toplumu yönetmeyi sağlayan öge Türkçe’dir.
Osmanlı aidiyeti dışında,, Rumi aidiyeti söz konusu edilmiştir. ’Osmanlı’ hanedanı, mensubiyeti çağrıştırırken, ‘Rumi’ Osmanlı hanedanlığı tarafından idare edilen coğrafyayı ifade etmektedir.
Son paragrafta, kültürün taşıyıcısının Türkçe olduğu belirtilerek, bölüm sona erdirilmiştir.
- Osmanlı’nın Dilleri
Bu kısımda yine Halil İnalcık’tan alıntı ile desteklenerek, antik imparatorluk geleneğinin çok milliyetli, çok dilli bir yapı oluşundan bahsedilmiştir. Merkez dil olarak Türkçe’nin bilinmesi zorunluyken, bu durum çok dilli yapıya zarar vermemektedir.
İkidillilik/Çokdillilik
Bu bölümde, iki ve çok dilli toplumlarda bulunan dil değişkesi kavramından söz edilmektedir. “Üst değişke, idari işlerde, eğitimde ve medyada kullanılmakta, alt değişke ise kişinin ailesiyle, arkadaşlarıyla, alışverişte v.s. kullanılan dildir.”
Sonraki paragrafta ise, dil topluluklarının tespitinin zorunluluğu ve bu konuda tek kaynağın Evliya Çelebi Seyahatnamesi olduğu belirtilmekte, Türkçenin dil toplulukları içindeki yeri ve lingua franka olup olmadığı konusunda Seyahatname bilgi verebileceği savunulmaktadır.
17. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda Dilsel Dağılım
!7. yüzyılın en önemli metinlerinden olan Seyahatname, dil yönünden ayırıcı özellikleri gösteren önemli bir kaynaktır.
Prof. Dr. Develi, Seyahatnameden hareketle, “Osmanlı’nın dil atlasını biraz soluk da olsa çizmek mümkündür.” demektedir. Evliya Çelebi, Türk Anadolu diyalekti ile ilgili veriler sunmakla beraber, çok dilli bölgelerde de konuşulan dillerden söz edilmektedir.
19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda Dilsel Dağılım
Bu kısımda, Voyage de Walsh’ın 19. yüzyılda Avrupa’da en yaygın dilin Türkçe olduğunu söylediği, ancak Boşnak, Sırp, ve Arnavutların pek de Türkofon olmadıkları belirtilmektedir.
B. Lorry’ye göre, Balkanlarda dil dağılımını gösteren yazısında, dil coğrafyasının 17. yüzyılla aynı olduğu, Balkanları Türkofoni kapsamı içine alınması gerektiğini belirtilir.
- Osmanlı Türkçesi
Türkiye Türkçesinin Oluşumu
Tespit edilen en eski Türkiye Türkçesi metinleri 13. yüzyıla ait olduğu belirtilirken, bazı sebeplerden ötürü Türkçenin konuşma dili olmaktan öteye gidemediği söylenmektedir.
13. yüzyıl yazı dilinin gelişmemesinin sebepleri arasında, göçebe yaşantı, Selçuklularda resmi dilin Arapça oluşu ve sözlü kültür bunlardandır.
Daha sonraki kısımda, Anadolu’nun Türkleşmesi ve Türkçenin yavaş yavaş üst değişken konumuna gelmesi anlatılmaktadır: “Oymak beyleri ve yakın yardımcıları ise kentlere yerleştiler, ama kent dolaylarındaki göçebelerle ilişkilerini kesmediler. Bu suretle, kentler etrafı göçebelerle çevrili birer kaleyi andırır oldu. Bu yerleşme biçimi, Türkçenin Anadolu’da konuşulan dilleri silmesine ve egemenliğini kurmasına etken oldu. Dil bakımından Türkçeleşme çevreden merkeze doğru gelişti.”
Zeynep Korkmaz’ın makalesinden hareketle, dil tarihçileri söz varlığındaki değişmeleri göz önünde tutarak Türkiye Türkçesi şu dönemlere ayrılmaktadır:
I. Eski Türkiye Türkçesi (13.-15 yy.)
a) Selçuklu dönemi Türkçesi
b)Beylikler dönemi Türkçesi
c)Osmanlıcaya geçiş dönemi Türkçesi
II.Osmanlı Türkçesi (16.-19.yy.)
III.Türkiye Türkçesi (20.yy.)
Faruk Kadri Timurtaş’ın tasnifi ise şu şekildedir:
- Tarihi Türkiye Türkçesi (Osmanlı Türkçesi)
a)Eski Osmanlı Türkçesi (Eski Anadolu Türkçesi)
b)Klasik Osmanlı Türkçesi
c)Yeni Osmanlı Türkçesi
II.Yeni Türkiye Türkçesi (Bugünkü dilimiz)
Develi’ye göre her iki tasnifte esas alınan kriterler dilin bilhassa sözvarlığının geçirdiği değişmelerdir.
Enver Ziya Karal’ın dildeki alıntı unsurlarının niteliği açısından,sınıflama denemesi şöyledir:
I. Türkçenin yabancı dil etkisine karşı direnişi (1299-1453)
II. Türkçe üzerinde yabancı dil etkisinin artması (1453-1517)
III. Türkçede Arapça ve Farsça etkisinin üstünlüğü (1517-1718)
IV. Türkçenin önem kazanmaya başlaması (1718-1839)
V. Türkçenin bağımsızlığı için çalışmalar (1839-1918)
Prof. Dr. Develi, kitabında bu tasnif denemesiyle ilgili şöyle bir yorum getirir: “Tasnif denemesi dilin iç gelişimini anlama noktasında bize katkı sağlamaz. Ancak, dille bağlantılı kültürel olguları anlama açısından bu bu bakış açısının katkılar sağlayacağı inkar edilemez.”
Prof. Dr. Hayati Develi’nin kendi tasnifi de şöyledir:
a) Eski Türkiye Türkçesi
b) Orta Türkiye Türkçesi
c) Yeni Türkiye Türkçesi
Eski Türkiye Türkçesi: Bu dönemin en önemli özelliği, dudak uyumunun bulunmayışıdır.
Orta Türkiye Türkçesi: Dudak uyumu açısından geçiş dönemidir.
Yeni Türkiye Türkçesi: 18. yüzyıldan itibaren dudak uyumu sistemi tamamıyla yerleşmiştir.
Türkiye Türkçesinde Standartların Oluşması
Her dilin kendi içinde değişik ağızlar bulunur. Bu ağızlardan biri ‘ortak ağız’ olarak kendini gösterir. Standart dil ise, siyasi, iktisadi, kültürel merkez olma özelliklerine göre belirlenir.
Önceleri 13.yy.-14.yy. metinlerinde imla konusunda ayrılıklar görülürken, 16. yüzyıldan sonra eklerin yazımında standartlaşma sağlanmış, harekeli metin azalmıştır.
Oluşumun sürecinin diğer belirtileri, dudak uyumu meselesi ve Arapça, Farsça kökenli kelimelerin kullanılmaya başlanmasıyla Türkçenin arkaizm durumuna düşmesidir.
- Osmanlı’nın Türkçesi
Burada, Osmanlı’nın aydın kesiminin Türk yazı diline hakim olamayışı ve Arapça, Farsça’nın hakimiyeti söz konusu edilmektedir. ‘Osmanlı’ kavramıyla aydın kesim söz edilmekte ve aydının kullandığı dil kast edilmektedir.
İhsan Fazlıoğlu, 2003 yılında Kutadgu Bilig’te çıkardığı makalesine göre, Osmanlı’da dil bir ‘alet’tir.Dilin hangi dil olduğu değil, muhatabının o dili anlaması önemlidir.
Prof. Dr. Develi, bu görüşten hareketle, Şeyhoğlu’nun beytinden örnek vererek dilden çok, anlayışın önemli olduğunu dile getirmektedir. Ayrıca, ilk dönemde halkın anlayacağı dilde yazılırken, ‘kavmimiz anlasın diye’, demografik durumun değişmesiyle üst dili oluşturma çabasının başladığını ifade eder.
Giovanni Molino’nun İtalyanca-Türkçe sözlüğünde bahsettiği gibi,Osmanlı’nın sınırları içinde Türkçe konuşulmaktadır.
Bir Üst Dil Oluşturma Çabası
Yükselme döneminden itibaren İstanbul’da bir saray kültürü oluşması ve sarayın dilinin Türkçe oluşuyla beraber, ince ancak karmaşık bir dil olan İstanbul Türkçesi imparatorluk ortak iletişim dili haline gelmiştir.
Bu konuyla alakalı olarak, İhsan Fazlıoğlu’ndan şöyle bir alıntı yapar:
1-Osmanlı kültür hayatında câri olan dil, Arapça, Farsça, Türkçe ve Çağatayca’dan mürekkeptir.
2- Bu dil temiz, süslü ve tatlıdır.
3- Bu dili konuşmak müstehaptır.
4- Türkî-i basît’in, yukarıdaki özellikleri içeren Türkî-i fasîh konuşanlarınca engellenmesi vaciptir.
Osmanlıca Nedir?
Bu bölümde Prof. Dr. Hayati Develi, A. Sırrı Levend, Suat Baydur ve Tahsin Yücel’in Osmanlıca ‘nın tanımına ilişkin görüşlerini paylaşmış, bu görüşlerin ortak yanlarını maddeler halinde sıralamaktadır:
“a)Osmanlıca yapay/düzmece bir dildir.
b)Üç dilin karışmasıyla buluşmuş bir aşuredir.
c)Osmanlıca halktan kopuktur.
d)Osmanlı aydınlarının yapay dili iken Türkçe halkın dilidir.”
Dil Düzlemleri: Konuşma Dili ve Yazma Dili
Prof. Dr. Develi, Engin Sezer’in görüşünden yararlanarak, Osmanlıca’nın Türkçe’den ayrı bir dil olduğunu savunmanın bilimsellikten uzak olduğunu ifade eder. Osmanlıca Türkçenin sözdizimi üzerine kurulu, birçok kelime ve yapıyı içermektedir.
Prof. Dr. Develi, Osmanlıca ve Türkçenin ayrı diller olmadığını ‘kod değiştirme’ kavramıyla açıklar. Bu kavramı, “Kişinin bu iki dilden ve ya değişkeden birine geçmesi” olarak tanımlar.
Yazı dili/ Üst değişke/ Osmanlıca
Konuşma dili/Alt değişke/Türkçe
Bu iki kavramı, hem Engin Sezer’in alıntıladığı, ‘Şinasi’nin annesine Paris’ten annesine yazdığı mektup’ ve Tasvir-i Efkar gazetesinin ilk sayısındaki giriş yazısından örneklerle; hem Selanikî Tarihi’nden alınan örneklerle destekler.
- Devletin Dili
Mehmet Ali Ünal’ın Tarih El Kitabı’nda yazdığı yazıya atıfta bulunarak, Develi Osmanlı’nın ilk dönemlerinde Selçuklulardan etkilenerek, devlet dili olarak Farsça’yı kullandığını belirtir. Selçukluların, merkezî devlet yapısının değiştirmeyi düşünmelerinin imkansız olacağını,böylelikle divan dili, yazışma geleneğinin aynen korunduğunu söyler
Develi’ye göre, Osmanlılar, Batı Anadolu’da Farsça etkisinden uzak oluşu ve yayılma politikalarının bizzat batıya doğru oluşu nedeniyle, sarayda konuşulan dil olarak Türkçeyi tercih etmiştir.
Bu durumla ilgili olarak, Osmanlılarda bir dil politikası güttüğünün altını çizer.Osmanlı dil çeşitliliğini sorun etmekten dil durumu, ‘toplumsal bir gerçekleşme’ olarak kendiliğinden oluşmaktadır.
Saray dili yabancı dillerden etkilense de Türkçe temizliğini korumuştur. I. Abdülhamit ve III.Selim’in hattıhümayünü örnek gösterilerek konuşma dilinde kanıtlanmıştır.
- Osmanlı Diplomatikası
Tayyip Gökbilgin’in Osmanlı PAleografya ve Diplomatik İlmi kitabından atıfla, Osmanlı belgeleri, L. Fekete’den beri laik ve dini belgeler olarak ikiye ayrılmıştır.
Dini karakterli belgeler, şer’iye sicilleri, kadılar tarafından verilen hüküm ve ilamlar, vakıfnameler,fetvalar.
Laik karakterli belgeler, padişah tarafından verilmiş olan ferman, berat, ahidname, sulhname, name-i hümayun, emirler ve hükümler, yüksek makamlardaki memurların takrirleri ve mektuplar v.s.
Osmanlı resmi belgeleri, genelde Türkçe olmakla beraber Latin, Kiril, alfabeli metinlerle, Rumca, Arapça, Farsça, Grekçe, Slavca, Sırpça, Macarca, İtalyanca, Rusça, Lehçe dillerinde yazılmıştır.
Belgeler dil özellikleri bakımından incelendiğinde, padişahın bizzat ağzından olan belgeler son derece sade iken, katiplerin kaleme aldığı belgeler ise, son derece sadedir.
Bir sonraki paragrafta, belgelerin rükünlerinden bahsedilmiştir.
Tanzimat’tan sonra ‘standart imla, yazı dili ve ifadede sadelik ve hızlı iş çıkarmaya yönelik telif usulü’ getirilmiştir.
Son olarak, 1876’da devletin resmi dilinin Türkçe ilan edildiğinden bahsedilerek, kitabın metin kısmı sona erdirilmiştir.
Kitabın kaynakçasında, Osmanlı hakkında çalışmalar yapan Ahmet Akagündüz, İhsan Fazlıoğlu, Halil İnalcık, İlber Ortaylı gibi tarihçilerin yanında; Aşıkpaşazade, Kaşgarlı Mahmut gibi eski dönem müellifleri ve haklarında yapılan tezler yer almaktadır.
Ayrıca, hakkında doktora tezini yaptığı Seyahatname yazarı Evliya Çelebi ilgili çalışmalar da, kaynaklardandır.
Prof. Dr. Hayati Develi’nin yapmış olduğu hacmi küçük kitabın, Osmanlı Türkçesi hakkında çalışma yapmayı düşünen tüm araştırmacılara yararlı olacağını inanıyorum.