O bir hikaye değil. Masal ya da roman hiç değil. Hayat denen şeyi ne ben anlatabilirim ne de siz anlayabilirsiniz aslında. Her ayrı bir parçasını bir olaya, bir varlığa benzetebilirim. Ama tamamını kavramak pek de mümkün değil. Her insana ait yaşama şekli vardır. Ve bu yaşanan her olayda güncellenir. Her zaman söylediğim bir söz vardır ki; ‘‘ Herkesin içinde kurduğu bir duvar vardır.’’ Bizler yaşadıkça ya o duvarlar her yanımızı sarmaya başlar ya da kırılmaya… Ben o duvarlara karşıyım. İnsan kalbini, ruhunu özgür bırakmalı. Fakat benim bile bir duvarım var. Aslında önemli olan birinin gelip o duvar yerine kendisinin seni sarıp koruyabileceğine inandırması… Ben henüz karşılaşmadım o kişiyle. Bulanlar ne de şanslı. Umarım bunun farkındalardır ve kıymetini bilirler.
Ben vedaya mahkum olanlardanım şimdilik. En sevdiklerim de dahil hep birinin gidişini izledim. ‘‘Kal’’ diyebildiklerim de vardı, demek için hiç fırsatımın olmadıkları da. Kimilerinin dönme ihtimali vardı, bekledim. Kimileriyse dönülmez yerdelerdi, ben yine bekliyorum. İşte hayat denilen bu kadar tuhaf. Bazen anlamsız olduğunu bilsen de yaparsın. Ne tamamen mantığı kabul edebilir bu hayat, ne de tamamen duyguyu. Her şey için ayrılmış bir parçaya sahip. Aklına gelmeyecek ve biri söylese bile aklının almayacağı şeyler var.
Ölüm mesela… Herkesin bitiş çizgisi bu dünya için. İnsanlığın en büyük gerçeği. Fakat kimsenin yürekten kabullenemeyeceği bir durum. İnsan beyni, karşısında nefes alan, gülen, bakan bir bedenin bir gün toprağa gömülüp orda çürümeye mahkum olacağını sindirebilecek kadar güçlü değil sanırım.
İşte bu yüzden hayat denen süreci kimse anlatamaz ve anlayamaz. Çünkü yaşanılanlar ne kadar gerçek olsa da bunu hayale veya kabusa çevirmek için çırpınan bir beynimiz var.
O halde her gün mutlu uymak ve umutla uyanmak lazım Azizim..!