“HALA YAŞIYORSUN, ONUN KALBİNİN EN GİZLİ YERİNDE”
Çok uzun yıllar geçmişti görüşmeyeli. Ortak dostumuzdan alıyordum haberlerini. Görüşemiyorduk ama , neler yaşadığını biliyordum. Eşin için katlanmak zorunda kaldıklarını, örneğin. Şişli’deki o pasajda açtığınız (açtığın) o dükkana da bir kez uğramıştım. Hasan, hep aynı, tepkisiz, durgun.Sen o güzel sesinle , “her şey iyi olacak” diye cıvıldıyordun. Çok sonra, işlerin hiçte iyi gitmediğini, Hasan’ın kumar ve içkiye dalarak bolca sendelediğini, senin ise, en başından beri birlikteliğini onaylamayan gayet varlıklı ve çok bilmiş ablaların baskın olduğu ailenin de desteğinden yoksun, bir başına çabaladığını, eşinin terapi seanslarını yarım bıraktığını, birkaç kez de canına kıymayı denediğini, ama bunu da beceremeyerek giderek daha da derinlere savrulduğunu ve sonunda bir gün, evinizin banyosunda, senin kollarında can vermeyi başardığını, seni de nasıl derin bir mutsuzluğa gömdüğünü öğrenecektim. Geride kalan maddi enkazın yanı sıra, yaşadığın acılarla başa çıkma çabaların yıllar boyu sürdü ve en sonunda, Moda’daki küçük eve sahip olabildiğini duyduğumda “ nihayet “diye düşünmüştüm. Ortak dostumuzla, çıktığınız yolculuklardan nasıl keyif aldığını biliyordum. Doğum gününde arardım seni, sesinle sevinirdin.
O yaz, Datça’da dostumuz ve sen, birden çıkıverdiniz karşımıza. Çok dingin, sohbet ve mutluluk dolu birkaç günü paylaştık hep birlikte. Kahve falları baktık birbirimize. “ Fal dediğin, insanı mutlu etmek için birkaç cümle kurabilmektir “ demiştin, biraz hüzünle. Datça günlerinin sonuna yaklaşmıştık.Kaldığınız pansiyonun önünden geçiyorduk o akşamüzeri.Balkonda sigaranı tüttürüyordun, gözlerin dalgındı,sanki ruhunu başka bir yere göndermişsin, dönmesini de beklemiyor gibiydin. Bende kalan resmin işte bu. Seninle vedalaşmışız o yaz sonu, bunu o zaman bilmiyordum elbette.
İki ay sonra bir gün, dostumuz aradı ve senin komaya girdiğini, yoğun bakımda olduğunu bildirdi. Yüksek tansiyondan çok çekmene karşın, ısrarla oruç tutmaya kalkışmıştın ve beynin kanamıştı işte. On gün kadar yoğun bakımda, hiç kendine gelemeden uyudun. Hepimiz kalman için çok dua ettik. Duygusal bağlantıları farklı ve kuvvetli bir arkadaş, haber gönderdi bir akşam : “Sizler gitme diye yalvardığınız için gidemiyor.Lütfen onun için en iyisinin gerçekleşmesine dair dua edin, özgür bırakın ”. O andan sonra hepimiz öyle dua ettik senin için ve ertesi gün, sen bizi bırakıp gittin.
Dostumuz aradı , ağlıyordu “ gitti “dedi, “artık bitti”. Aile bireylerin, son nefesini verir vermez, seni orada bırakıp çıkmışlardı hastaneden. Dostumuz kalmıştı ama. Gecenin karanlığında, öylece kıpırdamadan oturuyordu bir bankta. Sessizce ağlıyordu. Sarıldım ona, gözyaşları aktı, rahat bıraktım. Sarıldım sadece. İşte tam o anda, kapkara bir kedicik belirdi yanımızda. Doğruca, dostumuzun kucağına zıpladı, sonra çok yavaşca, başını kalbine yasladı, sevmesini bekledi. Bilirsin, onun kedi-köpeklerle arası yoktur.Bir kediye dokunmuşluğu hiç yokken, önce şaşkınlıkla, sonra çekingence onu okşamaya başladı, okşadıkça sakinleşti, hıçkırıkları hafifledi ve durdu. “Bu kediyi sana o yolladı belki de “ dedim. “Ya da kendisidir , daha fazla üzülme diye gelmiştir “ “Belki de “dedi hüzünle.
Nice yaz geçti, Datça’ya her gidişimde, seni son kez gördüğüm o balkona takılır gözlerim ve içimden sessiz bir selam gönderirim o güzel ruhuna. Dostumuz, senden sonra hep yalnız çıktı yaz yolculuklarına,.Ara sıra birileri eşlik ediyor ona ama o hep, seninle gittiği uzak –yakın yollardaki varlığını özlemekte ve çok yalnız. Biliyorsun, değil mi?
Huzurla uyu sevgili insan.