Giriş
Yürüyorsun. Nereye ? Yabancılar geçiyor yanından. Hepsinin yüreği ağır. Hepsi yaşamış yoğunca. Ama suratlara bakma. Bir aynaya çok güvenemeyeceğin gibi suratlara da ilk bakışta güvenmeyeceksin. Gözler maske tutmaz. Onları izle. Yürüyorsun, ellerin cebinde. Aklında anlamadığın mırıltılar. Bu sebepsizliği sevmiyorsun. Belirsizliği sevmez insan. Tehlike. Yürüyorsun senin hikayen henüz taze, ne büyük ölümler görmüşsün ne hastalık ne savaş ne kıtlık. Dur ulan diyorsun sen de. Şüphe ediyorsun kendinden. Fazla düşünmek, duygulanım bu işler adamı, kadını yorar. Fazla mı düşünüyorsun ?
Bilmem. Bilmemek ayıp değil.
Bizim sıkıntımıza duyguları paylaşma özrü diyelim. Herkes küçümseyecek diye kimse bahsetmiyor kolay kolay kendisinden, içinden. Halbuki başkalarının duygularını küçümseyenler, kendi eksiklerini yamayacaklarını sanan aptallardır yalnız. Trajikomik. Gerçeğinden, özünden kaçarak yaşayıp ölen bir kalabalık. Bunu garipsiyorsun sen de. Bir ad koyuyorsun, ulaşmak istediğine. Özvakıf. Ütopik bir karar alıyorsun özvakıf olmak adına. Neyin varsa sahte, sonradan inandırıldığın bulup kökünü kazımaya, tazesinden öğrenmeye ve seçtiğine inanmaya uğraşacaksın artık. Zor olacak bu. Kimse kolay da demedi. “Tabula rasa” evresinde, geçmiş zamanların bilgeliğine ulaşma çabasındasın artık. Rasgele!
Ι. ATHENA
Yürüyor. Güneş doğuyor ilerde. Hatırlamıyor başını hikayesinin. Aradığı belki de budur. Yürüyor kendini bilmezce, hatırlayamadığı bir şeyi kaybetmişçe. Çok beklentisi var hayattan. Bu beklentiler insana kendini unutturur. Tehlikeli sulardasın insankızı. Hayallerin yaktığı ateşi beklentiler kül etmesin.
Ürperdi, ters giden bir şey var, huzursuzluğa çalan…Yılan sürünerek geçti sağ tarafından. “Korkma” dedi kadın. Karşısındaydı.
- Ne diye burdasın?
- Bilmem.
- İyi. Bilmemek ayıp değil. Öğrenirsin.
- Sen kimsin ?
- Yılanları seven biriyim diyelim.
- Başka?
- Baykuşum var şu sol tarafındaki zeytin ağacından bizi izliyor.
- Göremiyorum.
- Aradıkların senden kaçar insankızı. Ve görmeyişin baykuşun gerçekliğini eksiltmez.
- Güzel. Hala göremiyorum.
Athena gözlerini devirdi
- Sırası değil zaten. Gel, yılanın anlatacakları varmış
Yılana baktı. Kadının gözlerindeki ateşin aynısı yılandaydı. İnsan dikkatle baksa gözlerde bir savaş olduğunu sanırdı. Oha demeye kalmadan bir savaş meydanında buldu kendini. Ağır bir koku vardı havada. Midesi bulandı. Yerde uzuvları kopmuş insanlar, kan toz toprak içinde.
- Neden savaşıyorlar?
- Bir tarafın toprakları çok verimli. Diğer taraf bu toprakları istiyor.
- Paylaşsınlar desem çok mu çocukça olur.
- Hayır. Aslında eski insan toplulukları paylaşırmış. Bir kabilede herkes açlıktan ölmedikçe kimse açlıktan ölmezmiş
- Yapma ya. Çok ütopik geldi.
- İnsanı, insan doğasının vahşi, barbar, hırs dolu olduğuna inandırdılar. İnandırılmış insan koyun gibi gütmesi kolay. Başka bir şey yok mudur bu insan doğasında?
- Var tabi. Vicdan var, sevgi var, empati falan. Ama
- Ama?
- Ama bunlar diğer duyguların gölgesinde kalır. Pasif duygular bunlar.
- Pasif ama aydınlık duygular olarak kabul ediyoruz. Karanlık duyguların gölgesinin oluşabilmesi için aydınlığa ihtiyacı var, ışığa. Yani bu karanlık duyguların gölgesini oluşturan bir aydınlık var dediğine göre. Niye bu aydınlığı unutuyoruz ?
- Savaş meydanında felsefe mi yapılır?
- Zor mu geldi?
- (İç çektin) Neyse. Devam edelim
- Diyorum ki insan kızı, kutsal şeyler için savaşmalı. Özgürlük için, bağımsızlık için. Biri senin özgürlüğüne küfrederse cevabını verirsin. Bunun dışındaki eylemler havlamaktır. Bu yüzden azgınlık yapan taraf yenilecek. Ve benim tuttuğum taraf kazanacak. Fakat savaşların galibi yoktur aslında. İki tarafta da onlarca, yüzlerce çocuk babasını kaybetti, kadınlar da kocalarını.
- Bir alternatif düşünelim mi Athena?
- O zaman baykuşla sohbet vakti geldi demektir.
Bir rüzgar geçti sanki yüreğinden. Athena’nın sol omzunda meşhur baykuş vardı artık. Gördü ki yılanın gözlerindeki ateşi baykuşun aklı dengelemekte. Baykuş yavaşça ona çevirdi kafasını. Yaşadığını unuttu o sürede. Baykuşta kayboldu.
- Neredeyim Athena?
- Güvendesin
- Kayboluyor gibiyim
- Bundan korkmana gerek yok
- Bana korkmamayı anlat
- O zaman sana bir masal anlatmam gerekir
- Kabul
- Bir varmış ve bir yokmuş. Bir ağaç doğmuş ölüler dünyasına tohumundan. Sevdiği varmış beriki ormanda. Yeşilinden şiirler söylermiş Yapraklarınca rüzgarda söylermiş şarkılarını. Yine günlerden birinde bir şarkı tüttürürken yanmaya başlamış karşı ağaçlar. Saatlerce yanmış durmuş. Sonunda sevdiğinin külleri yüzüne savrulmuş. O da dökmüş tüm meyvelerini. Meyveler zamanla kapkara olmuş ağacın ruhu gibi.
- Böyle masal mı olur
- Ne anladın
- Angutun biri ormanı yakmış. Ağacın sevgilisiyle beraber ruhunu öldürmüş.
- Belki ağacın sevdiği karşısında gördüğü tüm ağaçlardı. Belki karşısındakinin canı her yandığında, boyu,rengi, meyvesinin biçimi ne olursa olsun karşıdakini ağaç olarak kendi olarak görüp acısını anlamış, meyvelerini karartmıştır.
- Sonuç olarak ağacın canı yandı ve öyle öldü.
- Kaçırdığın bir nokta var
- Dinliyorum
- Öldü demedim sonunda
- Meyveleri kararmış dedin, sevdikleri ölmüş dedin.
- Ölmez ağaç zeytini anlattım sana. Yani insanlığı. İnsanlık da her devir kararır durur. Fakat ölmez. Yaşatanı bulunur.
- Baksana her yerde açlık, yoksunluk, sapkınlık. Her yerde ölüm var Athena.
- Haklısın insankızı. Yaşadığın dünya adalet yoksunudur. Ve bu dünyada yaşamış tüm büyük insanlar karanlığa, kendi karanlıklarıyla da savaşarak, ışık tutanlardır. Zeytin ağacı ölmedi evet. Ayakta kaldı bir şekilde. Asla çocukluğundaki gibi gamsız olamayacak, dallarında yaşanmışlıklar biriktirdikçe hayat. Ama yaşadıkları aklında bilgiye dönüşecek. Ve bilgelik büyük yüktür insankızı. Bildikçe bileceklerinden korkarsın. Zeytin de korktu. İnsanlığın kararmasından. Ve buna rağmen yaşadı. Tüm karanlığına rağmen delikanlı kalarak
- Zeytin ağacına delikanlı diyeni de ilk defa duyuyorum
- Ben hep biraz farklı oldum zaten
- Farklı bir senaryo düşünecektik şu savaşanlar için
- Düşünelim. Baykuş da sıkıldı zaten bu saçma savaştan
- Diyelim ki saldırılan taraf toprak ürünlerini paylaşmaya karar verdi karşı nüfusun ölçüsünce. Fakat buna eşdeğer bir şey istedi saldıranlardan
- Neymiş bu şey insankızı?
- Aklıma ilk askeri güç geliyor. Dış düşmanlara karşı beraber savunmak
- Mantıklı. Ve saldıran köyün hafif yüksekte yaşadığını bildik. Bitki örtüsü de farklı olacak az biraz. Sağlam ağaçlarıyla meşhur bu köy. Ağaç hammaddelerini, kütüklerini tarım köyüne vererek yeni yapılar inşa edebilirler, denizlere bile açılırlar bakarsın.
- Güzel oldu. Bir de 2-3 evlilik düzenledik mi işler rayına oturur.
- Peki insankızı, denizlere açılan bu insanlar yeni yerler keşfedip, bunun büyüsüyle ordaki halklarla savaş eşiğine gelmez mi ?
- İnsan her keşfettiğinin üzerinde hak iddia etmek zorunda değil. Ama uzlaşmak zor Athena. İnsanlar kolaya kaçıyor çoğu zaman, yakıp yıkıyorlar bir avuç korkak gibi.
- Biraz yol alıyorsun
- Mesela keşfettikleri toprakların halklarıyla ticaret anlaşmaları yapabilirler.
Athena gözlerine baktı kızın bir süre. O da biraz endişelendi yanlış bir şey mi söyledi diye.
- İnsanlığın başına ne gelirse açgözlülüğünden gelir. Anlamışsındır.
- Anladım.
- O zaman bize ayrılan sürenin sonuna geldik.
Dedi ve yürüyüp ağaçların arasında kayboldu