Gerçeküstücülük ya da sürrealizm Avrupa’da birinci ve ikinci dünya savaşları arasında gelişmiştir. Temelini akılcılığı yadsıyan ve karşı-sanat için çalışan ilk dadaistlerin eserlerinden alır. Sigmund Freud’un teorilerinden etkilenen Andre Breton için bilinçdışılık düş gücünün temel kaynağı deha ise bu bilinçdışı dünyasına girebilme yeteneğiydi. Gerçeküstücülük yöntemli bir araştırma ile deneyi ön planda tutuyor insanın kendi kendisini irdeleyip çözümlemesinde sanatın yol gösterici bir araç olduğunu vurguluyordu. Gerçeküstücülük akımı gerçek dışı anlamında değil aksine gerçeğin insandaki iz düşümü şeklinde bir yaklaşımdır. 1925’ten sonra gerçeküstücüler dağılmaya başka akımlara yönelmeye başladı. Andre Breton‘un yanı sıra P. J. Jouve, Pierre Reverdy, Robert Desnos, Louis Aragon, Paul Eluard, Antonin Arnaud, Raymond Quenneau, Philippe Soupault, Arthur Cravan, Rene Char,Federico Garcia Lorca, Salvador Dali, Rene Magritte gerçeküstücülük akımının önemli isimlerindendir.
Sürrealizm denilince – her ne kadar kendisi kabul etmese de -akla gelen ve sanatında sürrealizm kokusu aldığımız bir kişi daha var: Frida Kahlo.
Frida Kahlo, Meksikalı ressamdır. 6 yaşında geçirdiği çocuk felci ve 18 yaşında okul dönüşü yaşadığı talihsiz kaza ile hayatı değişmiştir. Kazadan 1 ay sonra hastaneden çıkan Kahlo ailesinin teşviki ile resim yapmaya başlamıştır. Frida’nın 143 resmi vardır. 55 tanesi oto-portredir. Yaşamının büyük bölümünü yatakta başının üstünde duran “gündüzlerinin ve gecelerinin celladı” olarak tanımladığı bir aynaya bakarak geçirdiği için sürekli oto-portre çizmiştir.
Frida’nın hayatında yer edinen olaylardan bir tanesi kendisi gibi ressam olan Diego Rivera’ya olan aşkıydı. Frida’nın portrelerinde bedensel acılarının yanında Diego’ya olan aşkının iz düşümlerini her fırça darbesinde görmekteyiz. Frida’nın aşkı o kadar büyüktü ki evliliğine karşı çıkan ve kocasına çirkin diyen annesinden nefret etmesine neden olmuştur. Frida’nın aşkını anlatmakta olan sanatının yanında mektuplarda var tabi…
Diego ‘ya “Seni sevmeye başlayalı çok uzun zaman oldu. Küçük bir kız çocuğu idim seni sevmeye başladığımda. Şimdi ise bedeni çürümeye başlayan yaşlı bir kadınım. Bütün bedenler çürüyor aslında Diego’m. Eskiyor bütün bedenler. Ama acı çeken yüreği var ise bir bedenin daha hızlı çürüyor o beden. Benim acı çeken bir yüreğim var Diego. Seni sevmeye başladığım o günden beri acı çeken bir yüreğim var. Beni anlamadın demeyeceğim. Beni anladın. Zaten en dayanılmaz acı buydu. Sen beni anladın. Anladığın halde canımı yaktın Diego…”
Frida’nın beden acılarının yanında aşk acısının iz düşümleri etkileyici duruyor.
Aşk, aşk acısı ve tablolarında yakalayıp hissettiğimiz Frida’nın aşkı da gerçeküstü(cü)lük değil miydi?