Saat iki civarları Benfica’nın bir gecesi geleli bir ay olmuş Lizbon’a. Canım sıkıldı bir gece vakti kitap okumaktan, Agnes Obel’i, Vivaldi’nin Four Season’unu dinlemekten zevk almadığım zamanlarda yaptığım gibi bir yaşamalık nefes almak ümidiyle dışarı çıktım. Yoldan geçen tek tük otomobiller, bu saatte köpek gezdiren beyler, hanımlar Estrada Arneiros yolu üzerinde gezinip duruyorlar.
Alışveriş merkezinde çalışan genç kızlar fondötenleri terlerine karışmış oradan tenlerine… Güzel parfümleri etkisini yitirecek gibi duruyor tıpkı saat başı 765 numaralı otobüsü bekleyen evsiz(homeless) adam gibi. Oturdum bekledim otobüsü, otobüs geldi ve gitti bekleyen yolcular. Bende kaldım mı ankesörlü telefonun karşısındaki bankta yapayalnız sokak kedisi bile yok sevilecek cinsten ve aklıma yine eskiler geldi, ruhum emekli olmuş benim.
Hep geçmişe özlem duyan bir yanım vardır, geleceği kalmamış diye geçmişe özlem duyar böyle hallerde düşüncelerim. Sesine ihtiyaç duyduğum üç beş arkadaş. Ailesi geliyor böyle hallerde insanın aklına ya da hikayeler uydurmaya başlar beynimdeki asgari ücretli alt sınıf işçiler, Lizbon tepelerine çıkıp hikayelerini anlatmaya başladılar teker teker.
Kimi karakterler muğlak, kimileri muallak, bazıları hoyrat bazıları kralcı, bazıları bey, bazıları kokoş daha neler, ne hikayeler hayal gücümde ve yine gezerken dün akşam büyük bir AVM’nin karşısında küçük küçük parsellenmiş bahçelere denk geldim. Bir an kendimi yine hikayelerin içinde buluverdim. Aklıma anneannemin dalgacı hikayeleri geldi, köydeki evinde ziyarete her gidişimde köydeki meseleleri, olanı biteni bir güzel konuşurduk, hatta bana bile bir hikaye uydurmuştuk ona bakması için bir doktor ile evlenecektim, bir de bir helikopter alıp evinin karşısındaki tarlaya indirecektim, sabahtan alıp akşama evine bırakacaktım, kendi evinde rahat ediyormuş…
Avrupa görmüş olmanın bilinciyle “yok orada bir şey” derdi. İtalya’da elma, üzüm çok, Yunanlılar bize benzer, Almanya’da güneşi görmeden işe giderler… gibi bir sürü tespit yapmıştı kendince. Allah uzun ömür versin. Haksızda sayılmaz gezdikçe gördükçe haklı olduğu anlaşılıyor. Fakat şuanda yaşadığım şehir, ülke biraz farklı, Lizbon hakikaten farklı, sebebi ne acaba? Gerçi anlaması çok zor değil bir Türk için. Bizde yaftalama kültürü yaygın olduğundan, gözle analiz dil ile yafta şip şak.
Güneyin insanı sıcaktır, güler yüzlüdür aslında çok yanılmamışız tespitlerimizde ya, tembellik insanı güler yüzlü, yardımsever birazda hararetli konuşur hale getiriyormuş doğrusu, garipsemiyorum da yadırgamıyorum da, farklı iklimlerde farklı insanlar gayet normaldir. Zamanla alışıyor insan şehirlere, ben erken alıştım Lizbon’a. Kaldırımları doğası, dokusu tarihi, iklimi, insanı hoş, biraz yavaş yürüyor işler eh devenin de boynu eğri, benim de nerem doğru ki…