Geçtiğimiz yıl, çalıştığım kurum ile birlikte İstanbul’un tarihi güzelliklerinden biri olan Galata Kulesi’ni ziyaret etme fırsatı buldum. Kurumumuzca gönüllü olarak, İstanbul’un semtlerinden birindeki ilköğretim öğrencilerini tur rehberimiz eşliğinde Galata Kulesi’ne götürdük. Öncelikle, kule hakkında genel bilgiler vermek istiyorum…
İstanbul’un mimari ve tarihi güzelliklerinden biri olan Galata Kulesi’nin ne zaman yapıldığına dair kesin bir bilgi olmamakla beraber imparator lustianos zamanında 507 yılında inşa edildiği bilinmektedir. Ayrıca Galata Kulesi’ni, Cenevizliler “İsa Kulesi”, Bizanslılar ise “Büyük Kule” olarak anmalarıyla birlikte kuleye günümüzdeki yakın şeklini Cenevizliler vermiştir. Kule, 1509 depreminde büyük zarar görmüş ve Osmanlı mimarı Hayrettin tarafından onarılmıştır. Türklerin eline geçtikten sonra hemen hemen her yüzyıl yenilenmiş ve tamir edilmiştir. Buna ek olarak Galata Kulesi, 16.yüzyılda Kanuni döneminde, Kasımpaşa tershanelerinde çalıştırılan Hristiyan savaş esirleri için hapishane olarak kullanılmıştır. 16.yüzyılın sonlarında ise, Müneccimbaşı Takuyyeddin Efendi tarafından kulenim tepesine bir rasathane kurulmuş ancak sonradan 3. Murat bu hapishaneyi kapatmış ve kule yeniden hapishaneye dönüştürülmüştür. 17.yüzyıla gelindiğinde artan yangınlar nedeniyle, yangın gözetleme kulesi olarak kullanılmıştır.
17. yüzyılın ilk yarısında 4. Murat döneminde 1628 yılında; Hezarfen Ahmet Çelebi, tahtadan yaptırdığı kanatlarıyla Galata Kulesi’nden Üsküdar’da benim de ilkokulu okuduğum adını bu uçuştan alan, Hezarfen Ahmet Çelebi İlkokulu’nun olduğu, Doğancılar bölgesine uçuşunu gerçekleştirmiştir. Üçüncü Selim zamanında; Galata Kulesi onartıldıktan sonra, Kule’nin üst katına bir cumba eklenmiştir ve 1831’de kule bir yangın daha geçirdiği için, 2. Mahmut; Kule’nin üzerine iki kat daha çıkar ve külah biçiminde olan ünlü dam örtüsüyle Kule’nin tepesini kapattırır. Üstelik, onarımla alakalı olarak, Pertev Paşa’nın bir de yazıtı Kule’ye yerleştirilmiştir. 1875 yılında ise kuvvetli bir fırtınadan sonra, Kule’nin tepesindeki çatı uçar ve daha sonra 1960 yılında tekrardan onartılmıştır. Bunlara ek olarak, kulenin dış çapı 16.45 metre, iç çapı ise 8.95 metredir. Duvar kalınlığı da 3.75 metre civarındadır.
Bu bilgilerden anlaşıldığı kadarıyla, Galata Kulesi’nin yüzyıllara yayılan geniş bir tarihi dönemlik geçmişi olduğunu ve peş peşe, pek çok amaçla kullanıldığını, doğal afetlerde zarar gördüğünü ancak sürekli onarılarak şimdiki görünümüyle günümüze dek, geldiğini görüyoruz. Şimdi de, İstanbul’un en merkezi bölgelerinden birinde yer edinen mimari güzelliğimiz olan Galata Kulesi’ni gezme serüvenimi anlatmaya başlayayım…
Galata Kulesi’nin girişinde asansöre binmek için özellikle de haftasonu gittiyseniz sıra beklemeniz kaçınılmazdır… Kule 66.90 metre yüksekliğinde olduğu için çıkışta merdiven kullanımı pek tercih edilmemektedir. Sıramız geldikten sonra asansöre bindik ve 7. kata çıktık. Bu katın duvarlarında kulenin geçmişine ve tarihine dair anlatımlar ve Hezarfen Ahmet Çelebi’nin resmini görüyorsunuz. Son iki kata asansörle çıkılamadığı için, kulenin merdivenlerinden İstanbul Boğazı’nı ve tarihi yarımadayı, köprüleri ve pek çok mimari yapıyı, manzarasından büyük keyif alarak göreceğiniz balkona, kuleyi ziyaret edenlerin oturup bir şeyler içmesi için kullanılan cafeteryanın içinden çıkıyorsunuz.
Kulenin tam karşısında yangın kulesi olan Beyazıt Kulesi’ni görüyorsunuz.
Aynı hizadan baktığınızda insanların balık tuttuğu, altındaki balıkçı restaurantlarının şenlendirdiği ve Eminönü ile Karaköy’ü birbirine bağlayan Galata köprüsünün, Haliç köprüsünün yanı sıra bu açıdan karşıya baktığınızda altı minaresiyle dikkat çeken Sultanahmet Camii ve dört minareye sahip Süleymaniye Camii’ni görürsünüz.
Üstelik, tarihi yarımadanın önemli yapıları olan Topkapı Sarayı’nı, Sarayburnu’nu ve Ayasofya Camii’de Galata Kulesi’nden çok net bir şekilde görülmektedir. Balkonun bu açısından sağa doğru yürüdüğünüzde Haliç manzarası Karaköy’ün içi, ara sokaklarda kendine yer edinmiş, Hristiyanlara özgü mimariye sahip Eski İngiliz Hastanesi gözükmektedir. Sola doğru devam ettiğinizde İstanbul Boğazı’nın Anadolu yakasında yer alan Üsküdar Salacak Sahil’ini görüyorsunuz. Sol taraftan devam ettiğiniz de Tophane Karaköy içinde yer alan İstanbul Modern’i, Kılıç Ali Paşa Camii’ni, Tophane Meydanı’nı, iki kıtayı birbirine bağlayan Boğaziçi Köprüsü’ gözüküyor. Aynı açıdan biraz daha ilerlediğiniz de, İstanbul Boğazı’nın ortasında yer edinen Kız Kulesi’ni az da olsa görme imkanına sahip oluyorsunuz.
Kuleden aşağıya inerken asansör değil merdivenleri tercih ettik. Merdivenler, duvar ve tavanın arası oldukça dar bir mesafede olmasına rağmen merdivenlerden inerken kendinizi Osmanlı dönemlerindeki tarihlerde yaşıyormuş gibi hissediyorsunuz.
Galata Kulesi’nin yüksekliğinden dolayı, güzel ve detaylı olarak İstanbul manzaralarının fotoğraflarını çekmek mümkündür..Galata köprüsünü üstten denizle bütünleşmiş halini fotoğraflayabiliyorsunuz ya da Süleymaniye ve Sultanahmet camilerinin olduğu bölgeyi aynı kare içinde birleştirerek fotoğraf alabiliyorsunuz. Kulenin balkonundaki demirlere martılar konduğunda arkadaki İstanbul Boğazı manzarası ile bütünleşerek hoş bir fotoğraf malzemesi oluşturuyor. Bunun dışında denizin üstünde bir yakadan diğer yakaya geçmekte olan vapurlar, motorlar yukarıdan insan üstünde harika bir manzara izlenimi uyandırmaktadır.
Son olarak, eğer hala gitmediyseniz tüm İstanbul’a tepeden bakarak, kendinizi göklerin üstünde hissetmek adına önemli bir mimari yapımız olan Galata Kulesi’ni ziyaret etmenizi, oradan İstanbul’un tarihi yapılarını, köprüleri, balıkçıları, İstanbul Boğazı’nı fotoğraflayarak odanızın duvarına asmanızı tavsiye ederim.
Sanatla kalın…
Galata Kulesini yaşatan çok güzel bir yazı olmuş.. Kaleminize sağlık..
Galata kulesini harika anlatmışsınız.Adeta kendimi kulenin içerisinde geziyormuşum gibi hissettim.Yazılarınızın devamını bekliyorum.
Uzun yıllardır İstanbul’da oturmama rağmen gidip gezmek kısmet olmadı. Bu yazıyı okuduktan sonra gidip gezme isteğim bir o kadar arttı. teşekkürler.
Yapılan bilimsel hesaplara göre Hezarfen Ahmet Çelebinin bu kuleden atladıktan sonra, karşı tarafa uçarak geçebilmesinin imkansız olduğu söyleniyor. Kulenin yüksekliği, o mesafeyi uçabilmesine yetecek yeterlilikte değilmiş. Ne derece doğru bilemiyorum ama bilime saygımız sonsuz.